Thursday, May 08, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU 7. GÜN SARAYBOSNA-SOFYA 604 KM

Hz. GARMİN

Saraybosna'dan saat 08:00 gibi çıkıyoruz. Bugün uzunca bir yol var. Hem Sırbistan'ı geçeceğiz hem de hava yağışlı mı bilemiyoruz. Tahminlerin pek tutmadığını gördük. Ayrıca oldukça dağlık bir rotamız var.
7. gün rotamız 

Otelden çıkışta Ahmet her zamanki gibi Garmin'e rota girmiş. Onlar otelin hemen çıkışından sola dönmüşler ben biraz geç kalınca onları göremedim ve şehre doğru trafiğin akışına ters yöne girmişim, Allah'tan araçlar ışıklarda durmuşlardı. Tekrar dönüp onlara yetiştim. Sokak aralarından önce bizi Saraybosna'nın merkez mezarlığına çıkardı sonra da şehrin en dik arka yamaçlarına. Yol zaten arnavut kaldırımı, ve kısmen ıslak, daracık yollarda dönüp dolaştık, 25 dakika boyunca ana yola çıkamadık. Bu arada Ahmet ne yapsak ki diyor? Halil devam et diyor ve de kahkahalarla gülüyor. Bende nabız yükseldi, bir Ahmet'e "dön lan aşağı"bir Halil'e gülme lan, ne gülüyorsun k... gibi" bir saydırmaya başladım. Sonra pişman oldum ama iş işten geçmişti sonrasında sağolsun arkadaşlar çok mevzu etmediler. Aslında hepsi stresten...

Lim Nehri ve Dobrun şehri
Tekrar aşağı inince otelin önünden sola değil sağa döndük, Başçarşının önünden ana yola bağlandık. Niye bu kadar stres oldum bilemiyorum ama ilk 30 dakikada fevkalade asabi, ve gergin oldum.. Anayola çıkınca bir süre "sessuzluk" ile yol aldık. Yolun stres alma olayları unutturma özelliği var. Kısa süre sonra ilerlerken gördüğümüz manzara bizi oldukça şaşırttı, önce süper virajlı ve çok dik dağlara çıktık, daha sonra Lim nehri boyunca kıvrıla kıvrıla Sırbistan'a doğru ilerlidik. Bu yolu gelirken karanlıkta geçmiş hiçbir detay görmemiştik. Manzara gerçekten harikaymış. Sarp dağların arasında, Lim nehri boyunca onlarca tünel geçiyoruz.


Bosna Sırbistan arası hem manzara ve hava gayet güzel, Bosna gümrüğünden çıkıp Sırp gümrüğüne girdik Sırbistan boyunca ilerliyoruz. Artık şehir içinde otoyolda ilerlemeye başladık. Trafik olunca pek keyifli olmuyor. Öğle saatlerinde yorulduk ve acıktık, nerde yemek yiyeceğimizi bilmiyoruz. Bir şehirden içeri girdik ama şimdi neresi olduğunu hatırlamıyorum. Merkezde güzel trafiğe kapalı bir alan var. İstiklal caddesi gibi, sağlı sollu alışveriş mağazaları, ancak restoran yok. İlerde parkın içine eski bir amerikan tırını getirip kafe yapmışlar.  Önünde bir taksi durağı var.



Bir otelin hemen önünde sıra sıra parketmişler, sırası gelen boşa alıp, eliyle taksiyi iterek sırasına ilerliyor. Muhabbetler aynı bizim oranın adamları gibi. Tipleri de benziyor. Motorları parkedip tır cafeye oturuyoruz. Menü gelince yemek yok, sadece içecek diyorlar, şimdi soyunduk döküldük nerden yer bulalım? Canımız sıkılıyor. Hemen iki metre ileride bir kiosk gibi bir dükkan, pizza yaptığını iddia ediyor. Kadın ingilizce bilmiyor, bilen bir müşterinin yardımıyla 3 margarita söylüyoruz. Mini Margarita'ları yeyip, birer kahveden sonra yola çıkıyoruz.

Şehrin çıkışında bir benzincide tekrar durup benzin alıyoruz. Bu sırada bir şeyler daha içiyoruz. İnsanlar genel itibariyle daha mutsuz gibi burada, yüzler gülmüyor. İnsan tipi Hırvatistan, Bosna'dan sonra daha bir esmerleşmeye başladı. Genelde nazik, kendi hallerinde,  hafif karamsar insanlar denk geldi bize.

Yola koyulunca endüstriyel yerleri gezmeyi hiç sevmediğimi söylüyorum, arkadaşlar sana turistik yer lazım diyorlar. Dönüş rotamızda mümkün olduğunca hızlı yol yapmak için uluslararası taşımacılığın olduğu ana yolları seçiyoruz. Bu da sürekli dikkat demek. Yağmur yağmıyor ancak hava kapalı ve kaprisli.

Uzun süre kullandıktan sonra hava kararmaya başlıyor biz de bir nehrin kenarından kıvrılarak Bulgaristan sınırına yaklaşıyoruz. Sofya'ya hala 100 km var.  Yolun kenarında bir ırmak, ırmağa paralel giden bir tren rayı. Akşam hava kararırken, çok güzel bir rotada ilerliyoruz. Hava da biraz açıyor. Sanki Şile'den Riva'ya gider gibi yollar hem virajlı hem de ağaçlar yola doğru dal vermişler.


Bir zaman sonra yine anayola girip Pirot diye bir şehre giriyoruz. Artık karanlıkta ilerliyoruz. Yolda nerde dursak diye düşünürken "Türkiyem Tır Parkı" diye bir türk restoranı görüyoruz. Hemen durup parkediyoruz. Yolun kenarında çakıl zeminli bir otoparkı var. Türk kamyoncuların mola verdiği yerlerden. Selam verip içeri giriyoruz, televizyonda kurtlar vadisi oynuyor, kamyoncu abiler toplanmış pür dikkat Polat Alemdar'ı izliyorlar. Kasada türk bir abla oturuyor. Bize önce hoşgeldiniz abi diyor, daha sonra garsonlara bağırarak çabuk 3 kişilik masa açın diye talimat veriyor. Kamyoncu lokantasında bayan ilgisi bu kadar oluyor. Masamıza kadar gelip siparişleri alıyor, bir taraftan da garsonlara saydırıyor, "bana da hep salaklar denk geliyor, daha akıllısını bulamadım" Yemekte ne var diyoruz, "abi dana haşlama, kurufasülye, mercimek çorbası, kavurma ne isterseniz var" diyor. Özlemişiz türk yemeklerini iştahla saldırıyoruz. Akşam artık 22:30 gibi oradan çıkıp 23:30 gibi Sofya'ya giriyoruz.



Bu dönüş de pek sevimli olmadı ancak uzun yolculuklarda mutlaka sevimsiz bir kaç gün oluyor. Dış görünüşüne aldanıp direkt princess otele yerleşiyoruz. Otel eski, köhne, bakımsız ve pis. Bir önceki yerle alakası yok. Uzunca süre uyuyamıyorum. Neden sonra uyuya kalmışım. Sabah kalktığımda kaşınıyordum muhtemelen bilumum haşerat bulunmaktaydı.

Çok yorucu bir gün oldu, bu dönüş yolunu iyi organize etmeyince insanın keyfi kaçıyor.


No comments:

Post a Comment