Monday, August 22, 2011

İZNİKTE KÖFTE YEMEYE

Köftehor


Trio ile iyi ekip olduk. Geç tanıştık, çabuk ayrılıyoruz. Madem az zaman kaldı, gezebildiğimiz kadar gezelim, diyoruz. Geçen hafta, Ahmet aradı, "Abi, biz geçenlerde İznik'te köfteci Yusuf'a gittik, tekrar iftara gidebiliriz" dedi. Ben de hiç tereddüt etmeden gidelim dedim. Cuma akşamı saat 17:00 civarında Bostancı köprüsünün altında buluşmak üzere sözleştik. Hem havanın sıcak olmasından hem de cuma akşamları İstanbul trafiğinden, biraz endişeliydim.

Saat 16 30 civarında işten çıktım, otoparka gidip üstümü giyindim. Bu sıcakta trafikte tın tın gideceğim, yine ter içinde sırılsıklam olacağım diye düşündüm. Yola çıkınca trafik, beklediğim kadar sıkışık değildi. Bu İstanbul trafiği gerçekten tam bir muamma, ne zaman, nerede trafik olacak ya da olmayacak hiç tahmin edilemiyor. Bazı günler inanılmaz trafik oluyor, bazı günler de garip bir şekilde köprü bile boş oluyor.

Neyse, bir gazla köprüyü geçtim, sıcak ama rahatsız etmiyor, nem yok, Altunizade'den bostancıya E 5 e bağlandım. Buradan da oldum olası tedirgin olmuşumdur. Dönüşte keskin bir viraj var, sol tarafı çok hızlı ilerliyor, sağ tarafta sürekli dolmuş ve otobüsler yolcu alıp, indiriyor,bir tarafı çok hızlı bir tarafı çok yavaş, arada sürekli zik zak yapan magandalar vs.

Bostancı köprüsüne gelince sağ tarafın otobüs ve dolmuşlarla çok kalabalık olduğunu görüp içeri girmeden köprünün orta kısmında gölgede durdum, ancak uygun bir yer değildi, biraz ilerleyip tekrar içeri girmeye çalıştım. Baktım Ahmet kardeşim gelmiş, giyiniyor. 5 dakika bekledikten sonra Halil de geldi, biraz laflayıp yola koyulduk.

Topçulara kadar yol kalabalıktı, bir süre kimseyi geçmeden ben önde gittim ancak daha sonra çok sıkıcı oldu, ve içimizdeki en karagözlü adam Halil kardeşim öne geçti, başladı milleti sağdan soldan geçmeye, biz de arkasındayız. Böyle topçular girişine kadar geldik, içeri kıvrılınca, Ahmet, yeni aldığı lastikleri test etmek için bastı gaza. Aslında test için olabilecek en yanlış yer ama yine de Ahmet gazladı. Bu yokuşta feribottan inenler aşağıdan yukarı deli gibi kullandıklarından dikkat etmek gerekiyor. Biz yavaş yavaş indik, zaten Halil'in virajlardan tedirginliği var, ben de trafikte tırsıyorum. İleride Ahmet, bir otomobille burun buruna gelmiş, biz görmedik ancak feribotta anlattı. Her zaman dikkat etmek gerekiyor.

Kolaylıkla feribota biniyoruz, biner binmez feribot hareket ediyor, motorları orta sehpaya aldık montları çıkardık, üfül üfül feribotun ön tarafına geçtik. İstanbul'dan çıkmak, denizi görmek, o rüzgarı ciğerlerde hissetmek ne güzel. Yıllardan beri gezecek kafa birilerini arıyorum, sonunda buldum, ama biri bayramdan sonra ayrılıyor. Buna da şükür ne diyelim? ya hiç tanışmamış olsak?

Feribotun üst katına çıkıp öne geçiyoruz, bu sırada yanımızdaki gençten yardım isteyip bir fotoğraf çektiriyoruz. Arkadaşlar her zamanki gibi neşeli, Halil her zamanki gibi esprili ve matrak. Ahmet den de çok ince espriler çıkıyor. Esnafın iyisi hem uyumlu, hem yumuşak huylu, hem de esprili olur. Bizim Ahmet de öyle işte. Biraz motorlardan konuşuyoruz, yeni BMW F 800 GS, Halil'in Amerika'da alacağı K1600 GT vs. Sonra, Halil'i Amerika'da ziyaret planları yapıyoruz. Orlando - Key West arası rota, kim hangi motora binecek, hangi mevsimde gideceğiz, neleri götüreceğiz, kaça mal olacak vs vs. derken feribot sahile yaklaşmaya başlıyor.



O ana kadar nereye gideceğimizi tam olarak hala kafamda canlandıramıyorum. Halil yolda çekim yapmak için kamera getirmiş. Kaskının üzerine ters monte edecek, o önden gidip bizi çekecek. Bunun için heyecanlıyız. Yola çıkınca çekim başlıyor, Yalova'ya kadar trafikle ilerliyoruz, yol kalabalık gibi. Bir çok kamyon var. Sonra şehir içinden bursa yoluna bağlanıyoruz, yoldaki Shell'den benzin alıp devam ediyoruz çekim devam ediyor.

Eskiden motorla gezenleri gördükçe hayranlık duyardım, dışarıdan bakınca güzel gözüküyor, hele de yol virajlı bir yolda kıvrılarak ilerliyorsa. Motora binmeye başlayınca, güzel rotada keşke nasıl yatırdığımı da görebilsem diye bir çekim arzusu oluştu. Uzun zamandır birilerini ayarlayıp bir çekim yapmayı istiyordum. Tek başına giderken ön cama kamera takıp çekim yaptığınızda sadece yolun görüntüsü ve motorun gürültüsü var. Ne siz ne de motor varsınız. Dışarıdan birilerine çekim yaptırsanız o da bir prodüksiyon işi demek, hem pahalı hem de bir sürü düzenek hazırlamak lazım. En kralı Halil'in prodüksiyonu...

Kaska yerleştirdiği ters kamerayla o önde biz iki motor arkadayız. Küçücük bir kamera ancak fiyatı 1000 usd civarında. Uzun süre kayıt yapabiliyor, kaliteli bir lensi var. Yalova'dan Orhangazi'ye doğru kıvrım kıvrım yollardan geçiyoruz. Bizi çekiyorsa iyi de havayı çekiyorsa kötü diye geçiriyorum içimden. Ayrıca kadraj içinde kalalım diye çok yaklaşmıyoruz. Döne döne Orhangazi'ye geliyoruz sonra ilk sapaktan İznik yoluna bağlanıyoruz. Burada Orhangazi düzlüğüne varmadan harika bir viraj var. Tepedeki benzinciyle düzlüğün arasında önce sağa aşağı, sonra sola yukarı harika bir yarım 8 çiziyorsunuz. Bu arada güzel ve kısa bir çekim olsa yeter, çünkü bloga çık büyük bir dosya upload edemeyiz. Orhangazi ışıkların oradaki göbeğe geliyoruz. İlk sola dönüyoruz. Buraya dönünce anlıyorum ki İznik'e daha önce arkadaşlarla gelmiş, köfte yemiş ve açık havadaki ılıcaya girmiştik. Ancak o zaman Kocaeli'den İznik'e geçip, İznik'ten İstanbul'a geçmiştik.

Yol çok güzel, meyve bahçelerinin, tarlaların arasında bazen kıvrılıp bazen uzun düzlüklerde ilerliyoruz. Hava temiz, mis gibi bağ bahçe kokuyor, insanın ciğerlerine doluyor, güneş bizi hiç rahatsız etmeden batmaya hazırlanıyor. Yolda bazen konvoylarla bazen traktörlerle karşılaşıp gazlayıp geçiyoruz. Oruçlu olduğumuzdan hafif enerjimiz düşük ama yine de çok keyifli. Nispeten kısa bir yolculuk yapıyoruz, ancak bu zamanda ancak bu kadar. Neden sonra İznik içine giriyoruz. Şehir içine girince pek çok insanın scooter kullandığını görüyorum, bazıları bizi sollayıp geçiyor. Motorsiklet ve scooter kullanım işi Türkiye'de güvenli bir şekilde yaygınlaşmalı, İstanbul'da kullanım oranı % 10 civarına çıkmalı diye düşünüyorum.

Motorları köfteci Yusuf'un önüne çekiyoruz, garsonlar yardımcı oluyorlar, klasik soruları da hazır : "abi kaç yapıyor? bir araba fiyatı var mı abi?" üstümüzü değiştirip, elimizi yüzümüzü yıkayıp, masalarımıza oturuyoruz. Köfteci Yusuf çok meşhur bir yer dolayısıyla önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Sağolsun bu işi Halil önceden ayarlamış. İftara 20 dakika kala, Halil laptopunu getiriyor ve kayıtları mac'e atıyor. Birlikte izliyoruz, gerçekten harika çekim olmuş, virajlarda harika çıkmışız, hatta daha yakın takip etseymişiz tam süper olacakmış. Bu arada arkadaşlar bana "abi kollarını kasıyorsun? omuzların ağrımıyor mu?" diyorlar ben de görüntüye bakıyorum gerçekten robot gibi gidiyorum. Omuzlarım ve kollarım ciddi ağrımış. Bazen stres olduğumun farkında bile olmuyorum. Stres olunca da direkt beden diline yansıyor.

Bu çekim çok güzel oldu, ancak Halil'i hiç çekemedik, dolayısıyla Pazar günü Şile programında biz de seni çekeriz deyip, Pazar günü buluşmak üzere sözleşiyoruz.

Neden sonra sofranın farkına varıyoruz, Halil : "abi çek şu masanın halini blogta lazım olur" diyor, gülüyoruz. İftara bir kaç dakika kala masamızda yüzümüzü güldürecek herşey var, en alasından köftemiz, piyazımız, yoğurdumuz, şıralarımız, mis gibi kokan pidemiz, çorbamız... Allah be! diyorum. O açlıkla masada ne varsa, bir çırpıda süpürüyoruz. Yemekten sonra, (fotosunu çekmeyi unuttum) o enfes kaymaklı ekmek kadayıfına çayla birlikte yumuluyoruz. Halil buranın köftesine bayılıyor, "Bolu'ya gittiğimiz gece bu köfte için 100 km daha gitmeye razıydım" diyor.


Biz yemek yerken motorların başına garsonlar, yoldan geçenler üşüşüyor. Çocuklar motora binmeye çalışıyorlar. Zannediyorum fotoğraf çektiriyorlar. En ilginci de bir grup teyze, teravih öncesi motorları inceliyorlar.


Yemekten sonra hazırlanıp, sahile nargile içmeye gidiyoruz. Önce bir sahil turu, sonra motorları kaldırıma bırakıp nargileciye geçiyoruz. Muhabbetin tadına doyum olmuyor. Konu biraz vatan millet mevzuları, biraz da yapacağımız Amerika gezisinin detayları. Neyi nerden alırız, bir sonraki geziyi nereye yaparız? Eşler ve çocukları ne yapar? Onlara güzel bir alternatif nasıl üretiriz? Sanki Amerika'ya gidip gelmiş gibi oluyoruz. Bizim grup birbirini gaza getiriyor. Halil, o gazın etkisiyle, GT'yle Michigan'dan Orlando'ya kışın tek başına geliyor vs.. Yalan yok bu konuda birbirimizi acaip gaza getiriyoruz.

Saat 11 30 a gelince, gençlere yola çıkalım benim işim var diyorum. Üstümüzü giyinip çıkıyoruz yola. Bolu'daki gibi hafif bir serinlik çöküyor, ayrıca biraz da uykumuz geliyor. Halil önde, ben ortada, her zamanki gibi Ahmetciğim grubun kontrolörü.. Soğuk ve uykusuzluk konforu azaltıyor, bu sebeple İznik - Orhangazi yolu olduğundan daha uzun geliyor. Yolda virajlara biraz da Halil'in etkisiyle daha temkinli giriyoruz. Halil'in viraj endişesi olduğunu söylemiştim, Ahmet'in de yokuş aşağı giderken endişesi oluyormuş. Ben de şehir içinde trafikte kitlenip kalıyorum. Gördüğünüz gibi herkesin bir fobisi var. Sebebini araştırmak lazım, fobi bazen çocukluğa bazen de arabayla yaşanılan bir olaya dayanıyor olabilir. Üzerine gitmek lazım.

Orhangazi'nin düzlüğünde Ahmet ve Halil veriyorlar gazı, ben ne olduğunu bile anlamıyor, yetişmeye çalışıyorum. Sonra keskin viraja gelince herkes yavaşlıyor, hem yokuş aşağı hem de viraj. Öne ben geçiyorum. Yolda bir sürü kamyon, otobüs, ve otomobil birbirini geçiyor. Yolun aydınlatması bitiyor, karanlık ve karşıdan gelen araçların farları insanı rahatsız ediyor. Ben bu durumdan kurtulmak için basıyorum gaza, kıvrıla kıvrıla Yalova'ya doğru iniyoruz. Bu yol aslında çok hoş ancak sürekli bir inşaat durumu var. Daha bittiğini görmedim. Güvenli sürüşü seviyorum, ama adrenalini daha çok seviyorum. Karanlıkta, hem de böyle virajlı bir yolda hızlı gitmeye çalışmak pek akıllıca değil aslında. Bir zaman sonra arkadaki arkadaşları göremediğimi farkedip yavaşlıyorum, ileriden farlarını görüyorum. Zaten yalovanın düzlüğüne geliyoruz. Yalova'dan sonra Eskihisar'a doğru kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Bu yolda bir sürü kamyonun hızla ilerlediği, karanlık, yan tarafta beton blokları olan ürkütücü bir yol.

Neyse, hızlıca Feribot'a geliyoruz, içeri parkedince yine hemen hareket ediyor. Bugün şanslı günümüzdeyiz. Biz yine inip başlıyoruz sohbete. Gezmekten benimle aynı derecede zevk alan, her an gezmeye istekli arkadaşları görmek garip geliyor. Demek ki benim gibisi varmış diyor insan. Bir şeyin ortak bir zevk olması çok güzel, böyle anlar birlikte paylaşınca hem daha anlamlı hem de daha zevkli oluyor.

Saat 01 30 civarında Feribot'dan çıkıyoruz, ben inmeden "acelem var, saat 03 00 te kavacıkta olmam lazım" deyip izin istiyorum. Yola çıkınca en sol şeritten gazlaya gazlaya Kavacık'a kadar geliyorum, arkadaşlar oraya kadar takip ediyor, sonra Ataşehir çıkışından ayrılıyorlar. Bunun farkına varıp arkadaşları arıyorum. Pazar buluşmak üzere vedalaşıp ayrılıyoruz.

Ümraniye-Şile yolundan içeri girince yolun kapalı olduğunu görüyorum mecburen tekrar Ümraniye'den dönüp, Sabiha Gökçen yoluna dönüyorum. Bu arada tepeüstünde dönüp dolaşmam dakikalar alıyor. IMES'in ara sokaklarından Çekmeköy'e bağlanıyorum. İn-cin top oynuyor.Siteye girerken saat 02 15 gereksiz yere bir sürü dolandım. Motoru parkettiğimde artık elimin uyuştuğunu hissediyorum, yorulmuşum, üşümüşüm ve sırtım ağrıyor. Eve gelip üstümü değiştirirken yine de çok güzel bir yol oldu diye düşünüyorum.

Herkesin heyecanla Pazar'ı beklediğine eminim, ne garip bir zevk, yorgunluktan bitmiş olduğumuz anda bile bir sonraki seferi düşünüyoruz.

No comments:

Post a Comment