Friday, May 09, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU 8.GÜN SOFYA-İSTANBUL 580 KM

DAHA BİTMEDİ Mİ?

Sabah fevkalade yorgun uyandım, gece neredeyse hiç uyuyamadım, sabah aşağı indiğimizde herkesin gözünden uyku akıyordu. Kimse doğru dürüst dinlenememiş. Kahvaltımızı yapıp çıktık, hayatımda kaldığım en kötü otellerden biriydi diyebilirim. Büyük, gösterişli, ambalajlı ama kötü...

Sofya'ya geldiğimiz yoldan geri çıkıyoruz. Bu sefer otobanları takip edelim, fazla macera olmasın istiyoruz. Bir cuma günü girmiştik, yine bir cuma günü çıkıyoruz. Sırasıyla önce Pazarcık, Plovdiv, Haskovo ve Harmanlı'yı geçiyoruz. Bulgaristan'da hava fena değil yağmur yok ancak Türkiye'ye yaklaştıkça hava kararıyor. Dönüşün etkisiyle pek keyfimiz yok, ayrıca çok yorgunuz, dile kolay eve varınca bir haftada 3.500 km yapmış olacağız. Dönüş kafası olduğundan hatırlayacağım çok anı kalmadı kafamda demek ki etrafa biraz öyle bakmışım.

Bizim gümrüğe tam cuma namazı vakti giriyoruz. Gümrük girişinde kocaman bir cami, bütün personel cumaya yetişme derdinde. Bu arada almancı bir vatandaş bir şeyler kızmış, bağırıp duruyor. Bizim güvenliğin şefkatli! muamelesini görüyoruz. Hemen birbirlerine giriyorlar. Türk insanı ne kadar öfkeli, en küçük olay kıvılcım olup büyük bir gerginliğe dönüşebiliyor. Neyse amcayı ve güvenliği sakinleştirip, pasaportlarımızı veriyoruz.

Gümrükte bir yemek molasından sonra otobana çıkıyoruz yağmur başlıyor. Şimdiye kadar geldiğimiz bir şey değilde asıl İstanbul trafiği korkutuyor. Bu yol ıslak, birazcık soğuk, yorgunuz, eve dönmek istiyoruz, her türlü sevimsizlik var yani. Yolda sık sık sağanak yağmur geçişlerine yakalanıyoruz. Otobanda bir benzincide durup benzin alıyoruz, gelip geçenler deli mi diye bunlar bakıyor. Çünkü sağanak yağış başlıyor, biz motorlarımıza biniyoruz.

Cuma akşamı inşallah trafiğe yani saat 16:00 dan sonrasına kalmayız diyoruz ancak nafile. Bahçeköy tabelasının oradan itibaren trafik başlıyor. Önce yavaş yavaş ilerliyor, gişelere yaklaşınca tamamen duruyor. Bütün yol tamam da bu trafiği çekecek gerçekten halim kalmadı. Bu sırada aramızda pek az konuşuyoruz. Gişeleri geçince Halil'le vedalaşıyoruz.


Halil'in ayrılmasına rağmen Cardo G9 bluetooth sistemi bizi bir süre daha konuşturuyor. Yaklaşık 1,3 km alanda çekiyor. Radyasyonu çoksa beyinlerimiz haşlanıyordur ama gerçekten inanılmaz bir sistem.

Ahmet'le yola devam, servis yolu bile tıkanmış, burada cambazlık yapmak gerekecek servis yolundan ufak ufak araçları geçmeye çalışıyoruz. Bir taraftan inanılmaz trafik, bir taraftan insana yol vermeyen şoförler, bir taraftan kenardaki su birikintileri hepsi bizi inanılmaz uğraştırıyor.

Binbir güçlükle FSM köprüsüne geliyoruz. Bu arada benzinim bitmek üzere. Ahmet'le vedalaşıp Ben buradan Beykoz Acarlar yoluna sapıp benzin alıp Çavuşbaşından yine sağanak yağmur ve yoğun trafik altında eve geliyorum.

Bugün başımıza bir iş gelmediğinden dolayı çok şanslıyız. Kazaların çoğu turun ya ilk ya da son kilometrelerinde oluyor.

Kapıyı çalınca kızlarım boynuma atlıyorlar. Ev halkı heyecanla beni bekliyordu. Eve sağ salim gelmek ne güzel, diğer arkadaşlarla mesajlaşıyorum herkes sağ salim evine ulaşmış çok şükür.

Thursday, May 08, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU 7. GÜN SARAYBOSNA-SOFYA 604 KM

Hz. GARMİN

Saraybosna'dan saat 08:00 gibi çıkıyoruz. Bugün uzunca bir yol var. Hem Sırbistan'ı geçeceğiz hem de hava yağışlı mı bilemiyoruz. Tahminlerin pek tutmadığını gördük. Ayrıca oldukça dağlık bir rotamız var.
7. gün rotamız 

Otelden çıkışta Ahmet her zamanki gibi Garmin'e rota girmiş. Onlar otelin hemen çıkışından sola dönmüşler ben biraz geç kalınca onları göremedim ve şehre doğru trafiğin akışına ters yöne girmişim, Allah'tan araçlar ışıklarda durmuşlardı. Tekrar dönüp onlara yetiştim. Sokak aralarından önce bizi Saraybosna'nın merkez mezarlığına çıkardı sonra da şehrin en dik arka yamaçlarına. Yol zaten arnavut kaldırımı, ve kısmen ıslak, daracık yollarda dönüp dolaştık, 25 dakika boyunca ana yola çıkamadık. Bu arada Ahmet ne yapsak ki diyor? Halil devam et diyor ve de kahkahalarla gülüyor. Bende nabız yükseldi, bir Ahmet'e "dön lan aşağı"bir Halil'e gülme lan, ne gülüyorsun k... gibi" bir saydırmaya başladım. Sonra pişman oldum ama iş işten geçmişti sonrasında sağolsun arkadaşlar çok mevzu etmediler. Aslında hepsi stresten...

Lim Nehri ve Dobrun şehri
Tekrar aşağı inince otelin önünden sola değil sağa döndük, Başçarşının önünden ana yola bağlandık. Niye bu kadar stres oldum bilemiyorum ama ilk 30 dakikada fevkalade asabi, ve gergin oldum.. Anayola çıkınca bir süre "sessuzluk" ile yol aldık. Yolun stres alma olayları unutturma özelliği var. Kısa süre sonra ilerlerken gördüğümüz manzara bizi oldukça şaşırttı, önce süper virajlı ve çok dik dağlara çıktık, daha sonra Lim nehri boyunca kıvrıla kıvrıla Sırbistan'a doğru ilerlidik. Bu yolu gelirken karanlıkta geçmiş hiçbir detay görmemiştik. Manzara gerçekten harikaymış. Sarp dağların arasında, Lim nehri boyunca onlarca tünel geçiyoruz.


Bosna Sırbistan arası hem manzara ve hava gayet güzel, Bosna gümrüğünden çıkıp Sırp gümrüğüne girdik Sırbistan boyunca ilerliyoruz. Artık şehir içinde otoyolda ilerlemeye başladık. Trafik olunca pek keyifli olmuyor. Öğle saatlerinde yorulduk ve acıktık, nerde yemek yiyeceğimizi bilmiyoruz. Bir şehirden içeri girdik ama şimdi neresi olduğunu hatırlamıyorum. Merkezde güzel trafiğe kapalı bir alan var. İstiklal caddesi gibi, sağlı sollu alışveriş mağazaları, ancak restoran yok. İlerde parkın içine eski bir amerikan tırını getirip kafe yapmışlar.  Önünde bir taksi durağı var.



Bir otelin hemen önünde sıra sıra parketmişler, sırası gelen boşa alıp, eliyle taksiyi iterek sırasına ilerliyor. Muhabbetler aynı bizim oranın adamları gibi. Tipleri de benziyor. Motorları parkedip tır cafeye oturuyoruz. Menü gelince yemek yok, sadece içecek diyorlar, şimdi soyunduk döküldük nerden yer bulalım? Canımız sıkılıyor. Hemen iki metre ileride bir kiosk gibi bir dükkan, pizza yaptığını iddia ediyor. Kadın ingilizce bilmiyor, bilen bir müşterinin yardımıyla 3 margarita söylüyoruz. Mini Margarita'ları yeyip, birer kahveden sonra yola çıkıyoruz.

Şehrin çıkışında bir benzincide tekrar durup benzin alıyoruz. Bu sırada bir şeyler daha içiyoruz. İnsanlar genel itibariyle daha mutsuz gibi burada, yüzler gülmüyor. İnsan tipi Hırvatistan, Bosna'dan sonra daha bir esmerleşmeye başladı. Genelde nazik, kendi hallerinde,  hafif karamsar insanlar denk geldi bize.

Yola koyulunca endüstriyel yerleri gezmeyi hiç sevmediğimi söylüyorum, arkadaşlar sana turistik yer lazım diyorlar. Dönüş rotamızda mümkün olduğunca hızlı yol yapmak için uluslararası taşımacılığın olduğu ana yolları seçiyoruz. Bu da sürekli dikkat demek. Yağmur yağmıyor ancak hava kapalı ve kaprisli.

Uzun süre kullandıktan sonra hava kararmaya başlıyor biz de bir nehrin kenarından kıvrılarak Bulgaristan sınırına yaklaşıyoruz. Sofya'ya hala 100 km var.  Yolun kenarında bir ırmak, ırmağa paralel giden bir tren rayı. Akşam hava kararırken, çok güzel bir rotada ilerliyoruz. Hava da biraz açıyor. Sanki Şile'den Riva'ya gider gibi yollar hem virajlı hem de ağaçlar yola doğru dal vermişler.


Bir zaman sonra yine anayola girip Pirot diye bir şehre giriyoruz. Artık karanlıkta ilerliyoruz. Yolda nerde dursak diye düşünürken "Türkiyem Tır Parkı" diye bir türk restoranı görüyoruz. Hemen durup parkediyoruz. Yolun kenarında çakıl zeminli bir otoparkı var. Türk kamyoncuların mola verdiği yerlerden. Selam verip içeri giriyoruz, televizyonda kurtlar vadisi oynuyor, kamyoncu abiler toplanmış pür dikkat Polat Alemdar'ı izliyorlar. Kasada türk bir abla oturuyor. Bize önce hoşgeldiniz abi diyor, daha sonra garsonlara bağırarak çabuk 3 kişilik masa açın diye talimat veriyor. Kamyoncu lokantasında bayan ilgisi bu kadar oluyor. Masamıza kadar gelip siparişleri alıyor, bir taraftan da garsonlara saydırıyor, "bana da hep salaklar denk geliyor, daha akıllısını bulamadım" Yemekte ne var diyoruz, "abi dana haşlama, kurufasülye, mercimek çorbası, kavurma ne isterseniz var" diyor. Özlemişiz türk yemeklerini iştahla saldırıyoruz. Akşam artık 22:30 gibi oradan çıkıp 23:30 gibi Sofya'ya giriyoruz.



Bu dönüş de pek sevimli olmadı ancak uzun yolculuklarda mutlaka sevimsiz bir kaç gün oluyor. Dış görünüşüne aldanıp direkt princess otele yerleşiyoruz. Otel eski, köhne, bakımsız ve pis. Bir önceki yerle alakası yok. Uzunca süre uyuyamıyorum. Neden sonra uyuya kalmışım. Sabah kalktığımda kaşınıyordum muhtemelen bilumum haşerat bulunmaktaydı.

Çok yorucu bir gün oldu, bu dönüş yolunu iyi organize etmeyince insanın keyfi kaçıyor.


Wednesday, May 07, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU 6. GÜN ZADAR-LİVNO-SARAYBOSNA 396 KM

SEN NEYMİŞSİN BE LİVNO ?





6.Gün Rotası
Sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptık. Eşyalarımızı hazırladık. Bugün biraz stresliyim çünkü artık dönüş yolundayız ve son iki günün aksine 500 km nin üstünde yol yapacağımız günler başlıyor. Hem de dönüş yolu.
Otelin mini garajında hazırlık

Akşam sahilde gezerken aynı yoldan dönmeyelim dedik. Dolayısıyla dönüşü o güzel sahil yolundan değil, dağlardan yapacağız. Otobana hiç girmeden yayla yollarına gireceğiz. Hava sıcak, bakalım ne kadar etkileyecek?

Garajımıza girip eşyalarımızı yerleştiriyoruz, garajın önüne biri park etmiş, rica edip çektiriyoruz. Daha sonra önce Zadar merkez, daha sonra tren yolunun karşısından köy yollarına sapıyoruz. Önce 30 dakika kadar Garmin kendine gelmiyor. Mahalle aralarında bizi güzelce gezdiriyor. Daha sonra bir rotaya bağlanıp gidiyoruz. Trafiğin olmadığı, güzel bir köy yolu. Trio'nun en önemli kurallarından biri geçtiği yoldan tekrar geçmemek. Bu da bizi hep yeni yol ve rotalara götürüyor.

Yavaş yavaş tırmanmaya başlıyoruz. Önce Gracac diye bir kasabaya daha sonra Bosansko Grahovo diye bir şehre uğruyoruz. Küçük güzel köyler. Hızımız sahile göre daha az ama trafik hiç durmadığından daha iyi gidiyoruz. Bugün çok kullanmalıyız.

İngiliz Moğolistan Grubu
Knin adında bir şehre giriyoruz, benim burada far işaretim yandı, ampulüm patladı galiba akşama kalırsak ki kalırız yola farsız devam edemem. Bir benzincide durduk. Bir şeyler içtik. Daha sonra İstanbul'daki ustam Mehmet Abiyi aradım. Farı nasıl sökeceğimi, kaçlık ampul takacağımı söyledi. Ahmet'le beraber yaptık aslında oldukça basitmiş.


Daha sonra bir grup motorcu bizim benzincide mola verdiler. İngiliz bir grup yaklaşık 8 kişiler. 9 kişi de öndeymiş. Londra'dan Moğolistan'a gidiyorlarmış Yaklaşık 9 hafta süreceğini söylediler. Bir minibüs de onları takip ediyormuş. Motorlar japon enduroları. Tabii BMW gibi komplike aletler arıza yapınca illa servise götürmen gerekiyor. Halbuki Yamaha'nın her şeyi basit ve kolayca müdahale edilebilir. Bize Türkiye yollarını soruyorlar. İstanbul'da çok dikkatli olmaları gerektiğini söylüyoruz. Genelde emekli grubu gibiydi. Rehberleri hariç pek genç insan yoktu. İngiltere- Ulan Batur nerden baksan 13-15 bin km yapar. Bu adamlar gerçekten çok dayanıklı ve zamanları çok. Veda edip yola devam ediyoruz.
İngiltere-Mogolistan 13 bin km

Hırvat kafa iyi bizimkilerle poz veriyor
Artık iyice tırmanmaya başladık. Yollar yavaş yavaş dağlara sarmaya başladı. Hava azcık serinledi, manzara güzelleşti. Hafif bir rüzgar esiyor, nasıl güzel bir bilseniz!  Genişçe bir yola girdik, burada hızmızı istediğimiz şekilde yükseltiyoruz. Bir süre ayakta bir süre oturarak canımız nasıl isterse.

Bir aşamadan sonra dağları aşıp artık yaylalara geldiğimizi anlıyoruz, bitki örtüsü seyreliyor. Etraf geniş meralar, yayla evleri,  hayvan sürüleri ile doluyor. Bazı yerler ne kadar düz, burası İsviçre Alpleri gibi güzel ve etkileyici yerler. Bitki örtüsü ve binalaşma uyumla yapılmış. Bu avrupalıların en fakirleri dahi çevreyi koruma ve dokuya uygun binalaşma konusunda bizden ne kadar öndeler? Aramızda sanki 100 yıl var gibi. Bizim yaylaların hali ortada. Her neyse...

Yaylalarda ayakta kullanmak çok hoş oluyor, bazı yolların asfaltı bozulmuş, özellikle bozuk yolda ayakta kullanmak çok zevkli. Otur otur nereye kadar, hem fazlası zararlı...

Etrafa baka baka, sohbet ede ede, 3,5 saattir yolda olduğumuzun farkına varamadık. 220 km yol yapmışız. Dağlardan inişe başladığımızda artık biraz yorulduğumuzu ve acıktığımızı hatırlıyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki ilk durakta mola kararı arıyoruz. Önce Ljubunćic diye bir köy geliyor bakıyoruz çok duracak bir yer yok. Devam ediyoruz 7 km sonra dağların başında Livno diye bir şehre giriyoruz.

Hoş güzel bir Bosna şehri, aslında şehir demek için biraz fazla küçük ilçe gibi tam ortasından Saraybosna'ya geçen ana yol şehri bölüyor. Yol boyunca güzel evler var. Ortada şehre göre büyük, bize göre küçük bir meydan. Bayraklar asılmış, hem bosna hem de hırvat bayrakları. Yolun karşısında bir okul ya da üniversite var. Biz motorları bir restaurantın önüne parkettiğimizde okulun çıkış saatiydi galiba. Bir anda bir sürü manken gibi kız ve erkekler önümüzden geçti. Boylu poslu, fiziken oldukça düzgün bu kadar çok insanı birarada görmek bizi şaşırttı. Ne kadar uzun, fiziken çok düzgün ayrıca çok güler yüzlüler. Dağların başında defile gösterisi gibi...
Livno

Neyse yemeklerimizi yedik ve kahvelerimizi içtik, güzelce dinlendik. Sonra tam hareket ettik ki, yolun solunda bir Osmanlı mezarlığı gördük yanında, camdan garip bir bina. Ziyaret etmek istedik, motorları parkedip içeri girdik. Bir restorasyon var. Yeşil cam bina camiymiş. Tarihi bir türbenin yanına inşa etmişler. İçeri selam verip girdik, bir grup bosnalı bir kaç türk kısa sohbet ettik. Camiyi gezdik, türbeyi ziyaret ettik, dualar okuyup ayrıldık.

Boşnak Camisi ve türbe
                                                                      Yine yaylalardan geçiyoruz, hava güzel, manzara güzel, bazı yerlerde virajlar güzel ilerliyoruz. Bir yerden sonra dik aşağı inmeye başladık. Aşağıda muhteşem bir göl ve ortasında güzel bir ada gözüküyor. Rama gölü ve köyü... Adanın ortasında çok güzel tarihi bir kilise var. Nasıl güzel göründüğünü anlatamam. Önce tepeden fotoğraf çekip genel manzaraya bakıyoruz. Daha sonra bu kilisenin olduğu yere kadar gidelim diyoruz ve yola devam ediyoruz. Yolda bir kaç araba bizi sıkıştırıyor. Ayrıca çok keskin virajlar başlıyor. Arabaları kontrol ederken köyün girişini kaçırıyoruz. Ayrıca ilkokul yeni dağılmış bir grup öğrenci yolda yürüyorlar. Bize el sallıyorlar. Dünyanın her yerinde çocuklar aynı, ilgi ve sevgi dolu, masum, ön yargısız...

Jablanico Gölü
Aslında Livno'da yeni mola verdiğimizden pek durasımız da yoktu ancak öyle manzara nadiren bulunur. Şimdi düşünüyorum keşke dönseymişiz. Aşağı inerken bitki örtüsü başlamıştı, sarp dağlar, sık ormanlar arasından ilerliyoruz. Manzara inanılmaz. Rama gölünü geçtikten sonra Jablanicko gölü geliyor, gölün kıyısında dağların arasında ilerlemeye başlıyoruz. Yine bir çok eski tüneli geçiyoruz. Bu dağları delme ve tünel açma işini çok eskiden yapmışlar. Biz yeni keşfettik...

Jablanico gölü tepeden görünüm




Göl boyunca ilerliyoruz, sıra sıra tünelleri ve sağlı sollu köyleri geçiyoruz. Bir yerden sonra iniş bitiyor tekrar tırmanıyoruz.                 Birazcık susadık, Jablanica adlı bir kasabada mola veriyoruz. Yolun kenarında bir cafede durduk. Hemen arkası güzel bir park. Çocuklar oyun oynuyorlar, bize el sallıyorlar. Yoldan annesiyle geçen bir çocuk motorlara ilgi gösteriyor, annesinden alıp, motora bindirip bir foto çekiyorum. Parkın etrafında yürürken arkada türk mimarisiyle yapılmış bir cami dikkatimizi çekti. Yanına kadar gidip fotoğraf çektirdik. Kocaeli Belediyesi yardımlarıyla yapılmış
bir camiiymiş. Çocuklar avlusunda oyun oynuyorlar.



Tarık Hodzić ve Trio
Daha sonra yolumuza devam edip Saraybosna yoluna giriyoruz. Akşam üzeri Saraybosna'ya girip otelimize yerleşiyoruz. Bu sefer Colours oteldeyiz. Hava kapalı sayılır. Akşam yemeğinde buluşmak üzere odalara çıkıyoruz. Bu otel şehrin merkezine yani başçarşıya çok yakın. Akşam yemeği için eski GS futbolcu Tarık Hodzič in restoranına gidiyoruz. Kapıda Galatasaray bayrağı asılı. Saat artık 22:00 olmuş, başçarşı yavaş yavaş kapanıyor. Yemeğimizi yerken Tarık Hodzič masamıza geliyor. Kısa bir cimbom muhabbeti yapıyoruz, keyifle Fenere ne çok gol attığını, beden dili ve kırık türkçesiyle anlatıyor. Fatih Terim Hoca'nın kızı evlenecek, düğüne davetliyim, haftasonu İstanbul'a geleceğim diyor. Yemekten sonra vedalaşıp yürüyerek otelimize geçiyoruz.

Çok güzel, anılarda yaşayacak bir gün oldu...




Tuesday, May 06, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU 5. GÜN PLOCE-ZADAR 301 KM

CENNET VATAN

5.Gün Rotası













Sabah uyandık, odadan şöyle bir dışarı baktım. İnanılmaz bir manzara var. Deniz çarşaf gibi ve lacivert, güneş arkadan dağların üstünden doğmuş, ancak hala yüzü gözükmüyor. Balkona çıkıp temiz havayı içime çekiyorum. Ne güzel bir gün...

Biz hala yorgunuz, sabah kalkmalar gerçekten 3. günden itibaren sorunlu olmaya başladı. Saat 08:30 civarında aşağıya kahvaltıya iniyorum. Restauranda kimse yok bizimkiler kalkamamış.. Tek başına otururken, aşçı olduğunu anladığım bir beyefendi geliyor. Çeşitlerle peynir tabakları, sucuk salam sosis tabakları vs hazırlamış. Yumurtanızı nasıl hazırlayayım diyor. Adam sabahın köründe sadece benimle ve süper enerjik bir şekilde ilgileniyor. Etkileniyorum. Keyifle kahvaltı yaparken birazdan Ahmet geldi. Biz kahvaltıyı bitirince de Halil. Trio yorgun bugün süresimiz yok gibi sanki....

Saat 11:00 gibi yola çıkıyoruz. Yollar hala sahil yolu ve kıvrım kıvrım... Yollar Split'i gösteriyor. Şu meşhur Hajduk Split takımının olduğu şehir. Hırvatlar genel itibariyle pozitif insanlar.

Split'deki BMW ye uğrayalım diyoruz. Split küçük bir sahil şehri aslında. Merkezi eski binalardan oluşuyor. Güzel bir şehir. Hava oldukça sıcak, ayrıca yol boyu bir sürü motorsikletli grupla karşılaşıyoruz. Split'e girince BMW Motorrad yol üzerinde, girip motorları içeri çekip biraz mola verdik. Fiyatlara baktık, aksesuar sorduk. Burada bizim Borusan'dan çok farklı bir kültür var. 0 stokla çalışıyorlar. Hazırda neredeyse aksesuar yok. Sipariş veriyorsun 1 haftaya getirtiyorlar. Biraz su içip serinledikten sonra yola tekrar koyuluyoruz.

Margarita Trio'nun spesiyallerinden
Marina boyunca kafeler var
Nedense hiç gidesimiz yok, şu sahile bir bakalım deyip  Marina gibi bir yere geliyoruz. Etraf oldukça güzel. Büyük bir marina, yanında plajı da var. İnsanlar top oynuyorlar. Nadiren denize girenler var. Genelde güneşleniyorlar. Bir grup marina boyunca yürüyüş yapıyor. Yolun üzerinde bir grup restaurant var, insanlar oturmuş eğleniyorlar. Biz de motorları bırakıp terlik ve şort moduna geçiyoruz. Aaa o da ne ileride pizzacı var: Hemen dalıyoruz. teenager bir garson bizimle ilgileniyor. İngilizcesi Amerikan aksanında, gayet güzel konuşuyor. Ben bir süre ABD de kaldın herhalde diyorum. Gülerek hayır diyor, herşeyi disney channeldan öğrendim. Yazım ayrıca gramerim çok zayıftır ama günlük dili güzel konuşabiliyorum diyor.
Arayan,Tatak ve Kararan

Pizzalardan sonra daha da bir ağırlık çöküyor, yığılıp kalıyoruz, hem hava sıcak, hem süresimiz yok hem de ne güzel ortam deyip burada 2,5  saat mola veriyoruz. Bu arada Ahmet Japonca sözlük bulmuş, bizim isimlerimizin Japonca'da nasıl okunduğunu bize söylüyor. Benimki ka-ari arajan, Ahmet'in ki ka-raran çü, Halil'in ki tatak. Bundan sonra birbirimizi kararan, arayan ve tatak diye çağırmaya başlıyoruz. Allahım ne güldük ya! Bu geyik gündemini devamlı takip edenlerin hiç boş vakti kalmıyordur.

Bu gece Zadar'da kalacağız. Kuzeyde gideceğimiz en uç nokta. Buradan artık dönüş yoluna koyulacağız. Akşama doğru Zadar'a giriyoruz. Oldukça güzel bir sahil şehri. Önce sahilde duruyoruz, daha sonra otel aramaya koyuluyoruz. Oteller şehrin dışında ve sahile uzak. Şehri bir turlayıp, oteller bölgesinde bir yere girdik, sonra burası şehre çok uzak diye sahile geri döndük.







Sonra anladık ki sahilde otel yok. İnternetten bir araştırma yapalım derken bir alışveriş merkezinin önüne geldik. Halil bir starbucks bulup oturdu. Oradan otelleri aramaya başladık, pek çoğunda yer yok ya da pahalı. En sonunda bir yer bulup, resimlerden beğendik, fiyatı da makul geldi. Tekrar motorlara binip otele geçtik. Pek parlak bir yer değil ancak, ilgili insanlar. Motorları özel bir garaja aldılar, eşyalarımızın çoğunu garajda bıraktık. Motorlara özel yer olunca gerçekten daha bir mutlu oluyoruz.

Zadar köprüsü üzerinde selfiye





Birer duş, biraz moladan sonra bir taksi çağırıp sahil kenarına iniyoruz. Takside japonca isimler aklımıza geldi, bir gülme krizine girdik, taksici bir süre garip garip baktı. Sahilde güzel bir balık lokantası bulup oturduk. Harika balıklar yedik. Biraz yürüyüş yapıp tekrar taksiyle otelimize geri döndük. Bugün enteresan bir gündü, az km yaptık, çok eğlendik. Zadar'ı çok beğendik. Ayrıca trio literatürüne yeni bir laf kattık. Endüstriyel bölge olmasın, Zadar gibi hoş bir yer olsun...




Monday, May 05, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU 4. GÜN SARAYBOSNA-DUBROVNİK-PLOCE 365 KM

ENDÜSTRİYEL YERLER OLMASIN

4.Gün Rotası
Bir günlük tatilden sonra sabah kahvaltıda buluşuyoruz. Dünkü 14 C havadan sonra bugün hava 24 C gösteriyor. Hava açık ve güneşli. Üstümüzü giyinip Mostar'a doğru yola çıkıyoruz. Saraybosna dağların arasında geniş bir ova üzerine konumlanmış. Şehrin her tarafı dağlarla kuşatılmış gibi. Şehirden çıkınca oldukça rahatlıyoruz, çünkü güzel bir manzara ve kıvrılan yollar karşımıza çıkıyor.
Yola yine saat 10:00 gibi çıktık. Mostar'a 127 km gösteriyor. Kıvrılarak dağların arasında ilerliyoruz. İlerde Cengiz İnşaat'ın bir şantiyesini görüyoruz. Yol ihalesi almışlar herhalde...

Bir zaman sonra karşımıza büyük bir nehir çıkıyor. Dağın kıyısında nehre sıfır, güzel bir yol üzerinde nehirle birlikte kıvrılıp ilerliyoruz. Manzara inanılmaz, hava sıcak ve güneşli. 4 gün boyunca ilk defa açık havada ilerliyoruz. Bugün diğerlerinden farklı olacak herhalde. Nehir kenarında ilerlerken birden karşımıza muhteşem bir göl çıkıyor Jablanicko Jezero. Adını söylemek oldukça zor ancak kendisi inanılmaz güzel. Gölü ve manzarayı görünce mest oluyoruz. Gölü arkamıza alıp dağa doğru tırmanmaya başlıyoruz. Artık virajlar daha uzun ve daha keskin, yukarı sola, aşağı sağa keskin virajlar var, ve bu tam trionun aradığı yol. Veriyoruz gazı...

Dağdan inince karşımıza yine bir nehir geliyor, bu sefer onu takibe başlıyoruz.Saraybosna- Mostar arası inanılmaz manzaralarla dolu bir yol. Gerçekten inanılmaz zevk aldık. Bir zaman sonra Mostar'a girdik ancak şehrin girişini daha doğrusu tarihi mostar köprüsünün olduğu yeri bir kaç turdan sonra bulabildik. Biz sola şehrin içine girmeye çalışırken aslında tarihi köprü yolun solunda derenin kenarındaymış. Köprüye en yakın yerlerden bir özel otoparka motorları parkedip eşyalarımızı bıraktık. Hava oldukça sıcak, ciddi terletiyor. Önce köprünün oraya gidip fotoğraf çektirdik. Etrafta bir sürü turist var. Daha sonra bir grup genç bosnalıyla türkçe konuştuk, oradaki türk kolejinde okuyorlarmış. Çok güzel türkçe konuşuyorlardı. Köprü üstünden 25 Euro karşılığı atlayış yapan adam bize soruyor, sağol diyoruz. Köprü çok yüksek sayılmaz ancak nehir oldukça derin gözüküyor, ayrıca suyun buz gibi olduğu belli. Etraf kayalık. Biraz cesaret biraz korkarak köprünün yanındaki yerde ayağa kalkıp fotoğraf çektirdik. Japonlar garip garip bakıyorlardı.

Dubrovnik
Yemek yiyelim diye baktık ancak Ahmet yakında Alperenler Tekkesi diye çok güzel bir yer var, gidip orada alabalık yiyelim deyince hazırlanıp yola çıktık. Gideceğimiz yerin çok yakın olduğunu söyledi. Bizde bir süre gittik ancak girişi kaçırınca yola devam ettik. Artık yolda bir yerde durur yeriz dedik. Yol boyu güzel köylerin arasından geçtik. Bosna'da Türkiye'deki gibi camileri görmek insanı mutlu ediyor. Birinde durup biraz mola verdik, aynı bizim türk camilerine benziyordu. Artık hava hissedilir derecede sıcak ancak biz durumdan oldukça memnunuz. Egedeki gibi yüksek dağların arasından sahile indik, manzara aynı egedeki gibi muhteşem lacivert bir deniz, muhteşem dağlar. Sahile inince çok güzel bir yere geldiğinizi anlıyorsunuz. Dubrovnik'e sahil yolundan devam ediyoruz, deniz kenarında kıvrım kıvrım ilerliyor. Aynı Finike- Demre arası gibi. Yol kalitesi muhteşem, virajlara yüksek hızda girip motorları yatırıyoruz. Bir zaman sonra bir gümrük geliyor önce Bosna'dan çıkıp Hırvatistana giriyoruz. Yola koyulduktan çok kısa bir zaman sonra tekrar gümrük geliyor hırvattan çıkıp bosnaya giriyorsunuz. Hırvatistan'ın arasında bosnaya bir sahil vermişler. Garip bir şey olmuş. Ancak aradaki yolda sadece kontrol yapıyorlar mühür basmıyorlar. Yola devam edince uzaktan Dubrovnik gözüküyor. Gerçekten muhteşem konumlanmış bir şehir. Hem muhteşem bir sahilde, hem tarihi ve  yemyeşil hem de tarihi ve kültürel dokusunu özenle korumuş.

Dubrovnik motorcu cenneti eski kalenin içine motorları parkediyoruz. Bu sırada üç tane Multistrada'lı türkle merhabalaşıyoruz. Sahildeki kafelerden birinde oturup bir şeyler içtik. İnternet bağlantısı için şifre sorduk garson verdi, sonra bir zorluk çıktı bağlanamadık, garsonu biraz sıkıştırınca  karşı kafenin internet bağlantısı olduğunu söyledi. Dubrovnik çok güzel ancak çok turistik bu sebeple çok durmadan çıkma kararı verdik.  Biraz önceki harika yolların tadını çıkarmak istiyoruz, bugün fazla yol yapmadık. Yola çıkarken Halil bir adamla konuşuyor. Bol bol rjjjj vırıjjj, rodajjj gibi laflar kullanıyor. Kendi kendime bu adam hırvatçayı ne zaman öğrendi diyorum, meğer bir şehri soruyormuş.  Muhteşem F1 pisti gibi yollarda ilerliyoruz, keskin virajlar, geniş açılı uzun virajlar. Ne ararsan var. Arada yerleşim yerleri, güzel evler, yazlık mekanlar, sonra yine kıvrım kıvrım muhteşem yollar. Burası artık bizi Nirvana'ya ulaştırdı.

Bu arada DJ Halil bir şarkı söylemeye başladı, şu anda bu satırları yazarken şarkıya eşlik ettiğimize inanamıyorum, kendimden utanıyorum bu arkadaşın ağzımıza yerleştirdiği şarkılar nedeniyle tartaklanması lazım. Kaldıramazsan kaldırırlar gülüm...


Ploce'de akşam
Normalde planımız feribotla adalara gidip biraz da ada turu yapmaktı ancak saatlerini kaçırmışız. Bu sebeple Ploce'ye sahilden gitmeye karar verdik. Akşam güneşi uzaktan yüzümüze vuruyor. Güneş denizin arkasındaki dağlardan batıyor. Ploce'ye 100 km kadar bir yolumuz var. Yolun eski genişliği kalmadı, ayrıca daha sık yerleşim yerlerinden geçmeye başladık. Ancak hala çok güzel. Bir zaman sonra güneş battı, hava tamamen karardı, sahilden dağa doğru tırmandık, hava serinledi. Bir ara gökyüzüne baktım, yüksek yerlerde ve karanlıkta yıldızlar muhteşem gözüküyor sanki üstümüze düşecek gibi...  Biz hala iyi durumdayız yol kalitesi harika biraz daha ilerleyince tekrar sahile iniyoruz.  Neden sonra artık yeter bir otel bulup kalalım diyoruz. Gördüğümüz ilk kasaba durduk ve bir otel bulup yerleştik. Çok güzel bir kasaba, küçük bir limanı, sahil boyu bir sürü kafesi ve oteli var. Ancak sezon açılmadığından her yer kapalı. İleride denize sıfır bir otel bulup resepsiyonundan içeri giriyoruz. Bizi görünce seviniyorlar. Motorları parkedip odalarımıza geçiyoruz. Odaların manzarası harika. Güzel bir akşam yemeğinden sonra limana doğru yürüyüş yapıyoruz. Döndüğümüzde artık saat 23:45 i gösteriyor.

Yine güzel bir gün güzel bir yerde bitti.... Bugün gerçekten harika oldu.









Sunday, May 04, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU 3. GÜN SARAYBOSNA

YAN GEL DE YAT!
Başçarşıdaki kapalı çarşı

Bir önceki gecenin yorgunluğuyla saat 10:00 kadar uyumuşuz. Kahvaltıyı yaptık. Biraz otelin sauna ve havuzunu kullandık. Resmen kendimize geldik, ne kadar yorulmuşuz, sıcak su, buhar, sauna resmen hayat verdi. O gün hasta olmamamızı buna bağlıyorum. Bizden başka kimse yoktu, havuzda güzel eğlendik. Günün modasına uygun beyaz adidas şortum, oldukça gündem meşgul etti.




Osmanlı Kahvesinde çay
Daha sonra öğlende Saraybosnayı gezelim diye çıktık. Ancak hava 10 C. Mayıs ayında kalın mont giyip dışarı çıktık bir de ne görelim gece geldiğimiz dağlara kar yağmış. Tepeler beyaz olmuş. Bu Bosna'nın havası oldukça değişken bir gün kar yağıp ertesi gün 25 C oluyor. Hafif yağmur  var yine. Yürüyerek şehir merkezi "Başçarşı'ya" gidelim dedik ancak üşüdük. Bir taksiye binip Başçarşıya ilerlerken, savaştan izleri olan binalar canlı tarih gibi. Bosna'da insanlar genç, güleryüzlü, biraz mahsun, her evde o meşum savaşta kaybedilen bir kaç kişi var. Yaşanılan acılar sanki derin bir iz bırakmış.
Her aileden şehit olan birileri var

Başçarşıda tam bir Osmanlı şehri, sanki eski bursayı, İznik'i gezer gibi oluyorsunuz. Eski Osmanlı yapısı cami, bedesten, kapalıçarşı gibi yerler ecdadımızın ne büyük bir devlet kurduğunu hissettiriyor. İstanbul nerde, Saraybosna nerde? Osmanlı kahvesinde kahve içip Bosna tatlısı yedik. İyi yorulmuşuz hala gözler mahmur.

Meşhur Pazar Yeri
Öğle olunca meşhur köfteciye gidip köfte yedik, biraz turlayıp tekrar otele geçtik. Biraz daha uyumuşuz. O günü hep otelde geçirip akşama otelde güzel bir akşam yemeği yeyip günü bitirdik.

Uzun turlarda bazı günleri off yapmak bence çok güzel. O gün motora binmediğimiz için çok mutluyduk. Sevdiğin şeyler rutine dönünce sıkılıyorsun.

Saturday, May 03, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU 2. GÜN SOFYA-SARAYBOSNA 604 KM

MOTORUNA BİR TEKME ATIP DÜŞÜRECEĞİM...


2.Gün Haritası
Sırbistan Sınırı
Sabah erkenden uyandım çevredeki parkta biraz yürüyüş yaptım. Ayaklara sürekli rüzgar yemek uyuşma yapıyor, uzun turlarda hem öncesinde hem de tur sırasında mutlaka spor yapmak gerekiyor. Otele gelince herkes uyanmıştı. Kahvaltımızı yaptık, kahvelerimizi içerken rotayı konuştuk. Belirli planlarımız var ama Trio turlarında biz aklımız nerede dur derse orada durup geceyi orada geçiriyoruz. Bazen zorladığımız da oluyor ancak tamamen mood a göre. Bugün de kasmadan devam edelim istiyoruz.




Yorulanlar belli oluyor
Saat 10:30 gibi yola çıktık, Sofia oldukça düz bir ovaya kurulmuş, şehir boyunca uzun geniş caddeler var bir sürü trafik ışığı var. Ayrıca trafik de var. Şehre girmek de çıkmak da trafik ışıklarından dolayı zor. Sürekli bir ışıkta duruyoruz. Ufukta dağlar gözüküyor herhalde rotamız artık dağlara doğru tırmanacak. Bir zaman sonra Sofia'yı trafiğiyle arkada bırakıp Sırbistan sınırına doğru ilerliyoruz. Sofya Bulgaristan'ın en batısında, anayoldan çıkıp yine Garmin yönlendirmesiyle ormanlık ve dağlık bir yoldan ilerliyoruz. Kısa sürede yolumuz bir dağ gümrük kapısına geliyor. Ağaçların arasında küçük bir gümrük kapısı, herhangi bir güvenlik önlemi yok, sadece bir ofis, insanlar yaya olarak pasaport gösterip giriş çıkış yapıyorlar. Araçlar da yine aynı şekilde. Genelde turistlerin az kullandığı bir gümrük kapısı herhalde. Bize iyi davranıyorlar. Belgeleri alıp inceledikten sonra kısa sürede geçişimize izin veriyorlar. Biz bu arada oturup bir kaç foto çektiriyoruz. Espriler, kahkahalar havada uçuşuyor. Görevli motorlar hakkında bir kaç soru soruyor. Ta İstanbul'dan motorla mı geldiniz, en yenisi hangisi vs klasik sorular.
Sınır Selfiyesi

Sırbistan'a geçince artık dağların arasından ilerliyoruz, yol kalitesi insan profili daha da farklılaşıyor. Daha uzun boylu, daha beyaz tenli, ancak hala çok sarı değil. Geçtiğimiz yerlerde mümkün olduğunca insanlara selam vermeye çalışıyoruz, kimi oralı olmuyor ancak Sırbistan'daki köylüler karşılık verdiler. Buraya gelince anladım ki Sırbistan hakkında bildiğim şey, ortaokul tarih kitaplarından ve Bosna Savaşındaki haberlerden kalma. Aslında insan heryerde insan. İyisi kötüsüyle....

Ormanın içinden virajlı yollarda ilerliyoruz, bazen sağımızda ufak bir dere, bazen küçük köyler, tarlalar... İniş ve çıkışlarımız daha dik, oldukça dağlık bir yerdeyiz. Hava oldukça kapalı ilerde yağmur yağacağı belli. Bir zaman sonra Niš şehrine geliyoruz. Yağmur başlıyor, oldukça sık yağıyor. Biz nasıl olsa bir yerde durur diye bakıyoruz. Yağmurdan dolayı hızımızı düşürüyoruz bu da bugünkü km mizi etkileyecek. Küçük bir şehirde yemek yiyelim diyoruz bu arada yağmur da kısmen duruyor. Kısmen diyorum çünkü hemen 1 km ötesinde karabulutlar dolaşıyor.

Dağların arasında küçük sınır kapıları
Bir pizzacı bulup kuruluyoruz. Kimse İngilizce bilmiyor. Tarif ederek anlaşıyoruz. Dükkanın sahibi İstanbul, buyrun diyor. Tam cadde üstü bir dükkan ancak içeriyi kendi çaplarında güzel dekore etmişler. Bu arada Sırbistan konusunda herkeste bir tedirginlik var, yağmurdan dolayı bugece buralarda kalabiliriz dememe rağmen kimse oralı olmuyor, herkes Bosna'ya geçelim diyor. Pizzaları beğeniyoruz, bir şeyler yeyince kendimize geliyoruz. Bu arada saat 14:30 civarı, henüz yorulmadık ve fazla bir km de yapmadık ancak önceki günlerin yorgunluğu ayrıca yağmur biraz uyuşturdu bizi.

Yemekten sonra yola çıktık yine sık bir yağmurda ilerliyoruz şehir içlerinden geçerken hiç zevkli olmuyor hem trafik var hem de dur kalk tedirgin ediyor. Lastiklerde sorun yok ancak yağmurlu yol her zaman biraz kaygan yol demektir.

Saatte ortalama 120 km hızla giderken, yağmur dolayısıyla ortalama hızımız 80 km/s ye düşüyor, görüş mesafesi de daraldı. Sıcaklık 14 C civarına düştü. Bu şekliyle akşama kadar kullandık ancak Saraybosna'ya hala yol var. Bizimkilere şurda bir otelde kalalım diyorum, yok abi gece Saraybosna'da olalım diyorlar. Yolda bir kaç mola daha verdik ve iyice akşam oldu. Akşam karanlığında Kotroman üzerinden Bosna sınırından içeri girdik. Bosna gümrüğünden güleryüz tatlı dil beklerken, bizi en çok uğraştıran gümrük olması canımızı sıktı. Sistem yok, hızlı ilerlemiyor, adam nazik değil, akşam olmuş sırılsıklam olmuşuz.

Dobrun adlı bir şehirde akşam saat 10:15 gibi bir benzin istasyonunda mola veriyoruz. Çok küçük bir şehir ve artık karanlık çökmüş bir şey göremiyoruz. Buralarda bir yer varsa kalalım diye bakıyoruz ama güzel bir otel olacağına ihtimal vermiyoruz. Bu arada botlarımız artık su aldı. Son 6 saattir, sağanak yağışta motor kullanıyoruz, böyle bir ihtimal aklımıza gelmemişti, botum hiç su almamıştı ancak bazı yerlerde bir karış suyun içinden geçtik, bir de belki yağmurluktan akan yağmur sızmıştır diye baktım.

Herkes çok yoruldu, kimse doğru dürüst konuşmuyor. Sinirlerimiz hafif gergin. Ben gruba genelde yüklenirim, seslerini çıkarmazlar. Bazen çok kırılınca ya imalı bakış ya da ufak çaplı sitem duyarım. O akşam Halil'e biraz yüklenince, bana kızıyor. En kızgın olduğu zamanda söylediği en kırıcı lafı söylüyorum : " Ben de sen geç kalınca, motoruna bir tekme atıp düşüreceğim, sana ayı diyeceğim" Ama öyle bir tonda söylüyor ki ağzına hiç yakışmıyor. Başlıyoruz gülmeye. Yumuşak kalpli kardeşim benim, kalp kırmayı beceremiyor.

Biz zannediyoruz ki çok az yol kaldı ve yolda düzgündür. Halbuki hala 125 km var, ve dağlardan inişli çıkışlı, bir sürü keskin virajı olan, bir sürü tüneli olan, bir gölün kenarında ilerleyen acaip bir yol. Biz yolun nasıl bir şey olduğunu ancak dönüşte gündüz gözüyle görünce anlayacağız.

Son 125 km çok yüksek dağların başlarından geçiyor, bir sürü eskiden kalma tünel var. Sağanak yağış devam ediyor. Saatte 60 km hızla gidiyoruz, etraf zifiri karanlık bir taraftan da korkuyoruz. Dursak durulacak gibi değil in cin top oynuyor. Sıcaklık tırmandıkça önce 10 C daha sonra 8 C nihai olarak da 6 C ye düşüyor. Soğuktan da titremeye başladık. Bir taraftan ıslandık, bir taraftan yorulduk, bir taraftan acıktık. Vallahi deli gibi düşünmeden sürüyoruz. Benzincide çoraplarımı değiştirince biraz ısındım ancak bu yolun sonunda çok hastalanacağım kesin gibi.

O soğuk, yağmurlu havada yaklaşık 2 saatlik yolculuktan sonra Saraybosna'ya iniyoruz. Gece artık 12:45 olmuş. Yağmur yok bir sürü genç cmtsi gecesi için dışarıda. Şehri şöyle bir boydan boya geçip gözümüze kestirdiğimiz en güzel otelde (Bristol Hotel) durup parkedip. Bitkin bir halde dinlenmeye geçiyoruz. Ertesi gün motor kullanmayacağız. Sarajbosna'da 1 günlük off günümüz olacak.

Sıcak bir duştan sonra ayaklarımı hissetmeye başladım. Nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum bile.




Friday, May 02, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU 1. GÜN İSTANBUL SOFYA 580 KM

TUR BAŞLASIN!

Sonunda yola çıkmak için hertürlü hazırlığımızı yaptık. Cuma sabahı erkenden yola çıkıp trafiğe kalmadan Edirne gişelerinden çıkacağız. Saat 08:00 de gişelerde buluşalım diye sözleştik. Aslında Halil'in bu sabah dersi vardı ancak bir şekilde gitmeden halledecek.
1. Gün Rotası
Evdekilere veda edip sabah 07.:00 gibi çıktım. Eşimi, çocuklarımı öpüp çıkmak her tur öncesi beni çok duygusallaştırır. Yine duygulanıp çıkıyorum yola...

Edirne Gişelerinde Halil'i bekliyoruz
FSM köprüsü yolunda Ahmet'le karşılaştık, hava hafif çiseliyor. Yağmurluğumu giyip, selamlaşıp yola devam ediyoruz. Yağmur ve trafikte dikkatlice sürerek köprüden geçiyoruz, gişelere kadar muhabbet ede ede geldik. Gişeleri geçip sağda park ettik. Hava burada daha açık.













Biraz erken geldik galiba, bu arada yağmurluğu çıkarıp Halil'i beklemeye koyuluyoruz. İlk defa tura bu kadar yağmurlu bir havada çıkıyoruz. Yağmurlu olursa yağmurluk iyi de sıcak havada çok bunaltıyor, kesilince hemen çıkartmak durumunda kalıyoruz. Böylece bir çıkart bir giy insanı bıktırıyor. Ancak idare edeceğiz. Bu arada Ahmet'le ikimiz bir selfiye çekip whatsappdan Halil'e gönderiyoruz.


Tura çıkmak bizim için her zaman çok heyecan verici, 40 yaşında adamlar sabahın köründe top oynamaya çıkmış çocuklar gibi sevinçli ve sürekli gülüp duruyor.

Neden sonra Halil geliyor, yeni sulu GS siyle. Kim bilir çantalarını nasıl hazırladı? evini de yeni taşımıştı, bulamadığı pek çok şey olmuştur. Ben akşam pek uyuyamadım diğerlerinin de iyi uyuduklarını sanmıyorum.




Motorları çalıştırıp gazı veriyoruz. Gişelerden sonra trafik belli ölçüde devam ediyor, bu tarafa bir çok TOKİ yapıldığından eskiden olduğu gibi gişeleri geçince trafik bitmiyor. Çekmece köprülerini geçince rahatlıyoruz hatta biraz gazlayarak gidiyoruz. Çünkü gümrükte bir sürpriz olursa diye acele ediyoruz.

Yolda yağmur başlıyor, bir köprünün altında yağmurlukları giyiyoruz. Halil giymekte zorlanıyor bu sırada yardım ediyoruz. Onun bu giyip soyunma kısmındaki sıkıntılı halini görmenizi isterdim. Sanki hayatında ilk defa yapıyormuş gibi bir bakışla tulumu giyiyor. Yağmur önce şiddetleniyor daha sonra azalıyor. Bir yerde sıkılınca durup tekrar aynı zahmetle çıkarıyoruz.
Resimde görülen uzaylı Halil yağmurluğuyla






Edirne otoyolu bizim için sıkıcı bu sebeple bazen hızlanıp bazen normal hızda kullanıyoruz. Yol boyunca bulgaristan hakkında konuştuk. Çünkü burada hız limiti ve trafik kontrolü konusunda bizi çok uyardılar. Bu sebeple hz. garmin bize bir dağ yolu çıkarsın rahat bir yoldan gidelim. Nasıl olsa sırbistana tek gümrük kapısı yoktur dedik.






Edirne'ye girdiğimizde öğlen saatleriydi, gümrükte işlerimizi halledip yola koyulduk. Bu benim bu tarafa ilk kara yolculuğum dolayısıyla neler olacak merak ediyorum. Bizim gümrük oldukça teknolojik ve gelişmiş. Tabii insanın 4-5 milyon vatandaşı avrupada yaşarsa, sistemlerini kurmak durumunda kalır. Bu bizi gururlandıyor ayrıca.

Haskovo'da ilk ucuz benzinimizi aldık. Daha sonra karnımız acıktı bir McDonald's ta durup yemek yedik. Hava oldukça bunaltıcı. Yemek yerken etrafımızda bir sürü insanın da Türkçe konuşması bizi şaşırttı halbuki hem sınıra yakın yerde bir sürü türk kökenli bulgar var hem de yolculuk yapan bir sürü türk var.
Sofya'da bir çocuk

Sıcaktan bunaldığımızı söylemiştim Saat 15:00 gibi Garmin ile anayoldan çıkıp köy yollarına dalıyoruz.  Bu gece Sofia'da kalacağız. Akşam karanlığa kadar  zamanımız var.

Genel olarak Bulgar köyleri hep birbirine benziyor. Düzenli köyler, eski binalar, binaların üstünde bulgar bayrakları, geniş tarım alanları, her taraf yemyeşil. Heryerden yeşillik fışkırıyor. Alternatif yollardan geçince keyfimiz yerine geliyor, hız limiti, trafik kontrolü yok. Henüz yüksek dağlara ulaşamıyoruz, bu sebepte etrafımızda geniş tarım arazileri var.


Güzel keyifli bir yolculukla streslerimizden kurtuluyoruz. Şimdi önümüzde güzel bir haftalık maceralarımız olacak.

Mimar Sinan'ın yaptığı Kadı Seyfullah Efendi Camisi
Saat 19:00 gibi Sofia'ya girdik. Klasik komünizm şehir mimarisi. Büyük devlet binaları, heykeller, geniş yollar. Karşımıza tarihi bir cami çıkıyor, restorasyon halinde. Etrafında park edip biraz içini geziyoruz. Bizim suriçi camilerine benziyor. Cami etrafında turist türkler ve türk kökenli bulgar müslümanlar var. Bir süre sohbet edip, fotoğraf çektiriyoruz.
Nerede kalalım diyoruz, türkler genelde princess otelde kalıyor diyorlar. Birazdan motorlara binip tarif edilen adrese doğru yola çıkıyoruz, geniş bir cadde üzerinde bir köprüyü geçiyoruz.



Yolun tam ortasında tramvay rayları geçiyor. İlerde oteli görüp önünde duruyoruz. Oldukça büyük bir bina. Fiyatını sorunca kapıdaki görevli hemen şurada yeni yapılmış bir otel var. Tavsiye ederim diyor. İki kişi yürüyerek otele gidiyoruz.















Motorları bu Bentley'in yanına parkediyoruz
Bulgaristan'da bütün önceliğimiz kapalı bir otoparkın olması. Butik otelin sahibi benim özel otoparkım var, sizi oraya alayım diyor. Oteli geziyoruz, otoparka da bakıyoruz, gerçekten güzel. Motorları alıp otelin önüne gelince, görevli araç asansörünü açıyor, asansöre motorları koyup 2 kat aşağıya iniyoruz. Kapı açılınca karşımıza muhteşem mavi bir Bentley çıkıyor. Motorları yanına parkedip incelemeye başlıyoruz. Yemekte buluşmak üzere odalarımıza yerleşiyoruz.

Akşam yürüyerek şehir merkezine gidip yemek yedik. Ortalık çok hareketliydi ancak yemekler güzel değildi. Biz de yarınki yolumuzu düşünerek erkenden otele dönüp uyuduk.



Thursday, May 01, 2014

TRIO 2014 BALKANLAR TURU

PİLOTUM BEN PİLOT!

2014 yılı için Ağustos'ta Norveç turu yapacağımızı söylemiştim. Ancak, Trio'nun pilot adayı üyesi Halil kardeşimizin programı uymadı. Kendisi pilotluk eğitimi alıyor. Çok uçuşlu bir eğitim yılında, hangi gün nerede uçacak, neredeyse bilemiyoruz, hep bir gün önce akşam belli oluyor, bu sebeple, uzun vadeli bir planlama asla yapamıyoruz.
Trio Toplantısı


Ahmet'le ikimiz Halil'e oldukça fazla baskı yaptık, o da kendisi bir öneriyle gelmek durumunda kaldı. Bu sene Norveç'ten vazgeçeceğiz, 1 haftalık yakın bir rotaya kendi motorlarımızla gideceğiz, çok masraflı olmayacak. Tabii ki hemen kabul ettik. Tahmin ettiğiniz gibi Balkan turu yapmaya karar verdik. Karardan sonra bir dizi terslik yaşamaya başladık. Daha önceki hiçbir turda böyle olmamıştı.

Trio Tour 2014
Önce vizeyle alakalı bir problem yaşadık. Programı Yunanistan, Arnavutluk, Bosna, Hırvatistan diye çıkardık. 1 ay önceden Halil ve ben vizeye başvurduk. Bana 6 aylık çok giriş çıkışlı vize vermişler. Halil'e tek giriş çıkışlı 5 günlük vize vermişler. Yunanistan'a girsek sonra da Arnavutluk'tan çıksak vize bitiyor. Tekrar Türkiye'ye nasıl döneceğiz belli değil.  Vize işlerine bakan arkadaşı bayan olmasa dövecektik.

Tedbiren hemen Bulgaristan'dan transit vizeye başvurduk ancak ne çıkacağını henüz bilmiyoruz.

İkinci olarak Halil, ikinci 2013 BMW GS aldı, tura onunla gidecek, ancak henüz ruhsatı gelmedi. Tura çıktıktan sonra gelme ihtimali var:-) Bunun bir süre stresini yaşadık.
Halil'in yeni sulu GS 1200 ü

Bu arada gidiyoruz ama havalar nasıl olacak diye bir baktık, 1 hafta boyunca tüm balkanlar sağanak gök gürültülü yağış gösteriyor. Biz döndükten bir hafta sonra Bosna'yı sel bastı, o derece yağışlıydı hava.

Ben işten güçten, stresten kaçıp trio ile gezmek istiyorum, değişik bir engellenme hissi yaşadım, kısa süreli bir travma oldu benim için... Ne gidebiliyoruz, ne kızabiliyoruz, ne de biraraya gelip konuşabiliyoruz, arada gergin karışık bir durum.

Turing kurumundan motorlara sigorta yaptırıp, kendimize ehliyet aldık. Para tuzağından başka bir şey değil ancak prosedürü yerine getirme babından önemli herhalde, yolda bir kaç yer dışında soran olmadı.
Sadece ehliyet var mı?
Ruhsat şahıs adına kayıtlı mı? ona bakıyorlar.

Halil yeni tulumuyla görüşmede
Saçlarımızı kısalttık, motorların bakımını yaptırdık, yeni cardo systems G9 getirttik, yeni BMW tulumlar çektik, tam teçhizatlı cevat kelle gibi olduk anlayacağınız.

Emektar motorum hazır
Ben eşyaları hazırlayıp motora yerleştirdim, tüm belgelerim hazır, her türlü hazırlığı yapıp Çarşamba'dan yine ne terslik çıkacak diye beklemeye koyuldum ki Halil bu arada evini taşımaya karar verdi. Cuma yola çıkacağız, çarşamba, perşembe günü evi taşımayla ilgilendi.

Tabii bizim çektiğimiz stresin yanında O on katını çekmiştir ama yansıtmıyor. Ayrıca hiç kimseyi de kırmaz benim pamuk kalpli kardeşim.

Kalbi temiz adam, aynı günde transit vizesi, motorun ruhsatı, keyfi neşesi hepsi birden geldi.





Yola çıkacağız anlaşılan ancak bakalım bizi neler bekliyor olacak....

Yıllık tur organizasyonlarında çok fazla değişken olduğundan bir sürü ihtimali gözönüne almanız lazım. Birbirine bağlı onlarca konu var. Tura birden fazla kişiyle çıkınca ya izin takvimi, ya ailevi konular, ya sağlık, ya da ağzımızın tadı kısaca mutlaka bir şeyler eksik kalıyor.




Bir tur sitesinden aldığımız ideal adriyatik turu resmi