Wednesday, April 17, 2013

ENDÜLÜS'TEN PORTEKİZ'E 7. GÜN RONDA-CEBELİTARIK-MALAGA 239 km

DÖNÜŞ YOLU

Bu sabah erken kalktık yolumuz km olarak çok değil ancak hem makineleri verecek olmanın endişesi hem de yorgunluktan erkenden kalkıp yola koyulalım diyoruz.

Kahvaltıyı otelde yapıp kısa bir yürüyüşe çıkıyoruz. Ronda'nın seyir alanından bakınca tüm vadinin sisle kaplı olduğunu görüp foto çekiyoruz.


Daha sonra ağır adımlarla otele dönüp hazırlıklarımızı yapıp yola koyuluyoruz. Hava oldukça serin. Ronda'dan çıkıp Cebelitarık'a doğru giderken sisin yol boyu devam ettiğini görüyoruz.


İnanılmaz bir manzara var, bulutlar sanki deniz gibi gözüküyor. Durup mutlaka poz almalıyız diye düşünüyoruz.

Bir zaman sonra ciddi üşüdüğümüzü farkedip durup bir şeyler giyiyoruz. Dağdan indikçe hava ısınıyor. Buradaki yollar hala harika.

Yolda çok güzel köyler, kasabalar görüyoruz. Hatta birinde durup mola veriyoruz. Hava çok güzel, bir kafe bulup oturduk, bir turist kafilesi oturmuş harika manzarayı izliyorlar.








Ronda'dan Gaucin'e yol harika, yüksek dağlar, keskin virajlar, muhteşem manzaralar var ancak Jimena de La Frontera'ya geldiğimizde artık standart köy yollarında ilerliyorsunuz. Aslında bu da harika ama standartlarımız Alpler ve Ronda'dan sonra yükseldi.

Los Angeles adlı bir kasabadan geçiyoruz, burası Almoraima ve Castellar'a çok yakın. Ne yazık ki Castillo de Castelları detayıyla gezme gibi bir zamanınmız yok. Bu sebeple Gibraltar'a yani Cebelitarık'a devam.

Hava bu köy yollarında kapanıyor, artık güneş yok, bulutlar tüm gökyüzünü kaplamış. Nemli ancak bunaltıcı da değildi. Güzel köy yolları arasında devam ediyoruz.

CEBELİTARIK

Bir kaç saat sonra Cebelitarık'a giriyoruz, bu dağın ihtişamı gerçekten çok etkileyici. Cebelitarık özerk bölgesine giriş için gümrükten geçmeniz gerekiyor. Aslında vize alınması gerektiğini bilmiyorduk diyebilirim.

Gümrüğün girişinde her zaman uzun bir kuyruk var. İspanya tarafından İngiliz tarafına geçişlerde vize uygulanıyor. Hem ingilizler hem de ispanyollar. Biz aradan bir yerden vize kontrolüne kadar geliyoruz. O kadar çok insan var ki anlatamam. Ben bir grupla geçiverdim ancak diğer iki arkadaş kaldılar. Ben sağa çekip bekledim, arkadaşlar biraz sonra bana seslendiler seni de çağırıyorlar diye. Ben de motoru bırakıp yürüyerek polisin yanına kadar geldim.

Daha sonra vize almanız lazım, geçiş izniniz yok geri yok dediler biz de döndük. Burası şimdiye kadar gezdiğimiz klasik güney ispanya şehirlerinden hiçbirine benzemiyor. Metropol gibi yoğun, karmaşık, stresli. Bu sebeple Cebelitarık ziyaretini çok uzatmadan dönme niyetindeyiz.

Zaten kalabalık, ve keşmekeş, her yer insan dolu, park edecek doğru dürüst bir yer yok. Her yerde polisler ceza kesiyorlar.

Burger King'te bir şeyler atıştırıp Malaga yoluna devam ediyoruz. Artık otoyolda ilerliyoruz. Bu seyahat bizim için bitmiştir.

Anayoldan Malaga'ya girince önce otele sonra da IMT Bike kiralama şirketine uğrayıp motorlarımızı teslim ettik.


Garajda yeni bir GS 1200 olduğunu görüp hemen test ettik. Bir de bize çok hoş davranan Tomas'la fotoğraf çektirip otele geri döndük.


Ertesi gün geri dönüyoruz. Çok şükür kazasız belasız turumuzu tamamladık.

2014 planını Norveç'e yaptık. İspanya'dan çok güzel anılarla döndük.


Tuesday, April 16, 2013

ENDÜLÜS'TEN PORTEKİZ'E 6. GÜN CADİZ -UBRUQUE-RONDA

MUHTEŞEM DAĞ YOLLARI

Hergün biraz daha yorulduğumuzu hissediyoruz. Bu sabah da zor kalktık. Bu sebeple Ahmet'le kalkınca biraz yürüyüşe çıkıyoruz. Halil hala uyuyor. 1 saat dolandıktan sonra Saat 11 gibi Halil'i alıp, kahvaltıya geçiyoruz. Sokak arasında bir yer bulup oturduk. Otele 25 mt uzakta. Yine bocadillo... Burada kahvaltı hep böyle

Kahvaltıdan sonra hazırlıkları yapıp yola çıkıyoruz. Bugün 6. gün normalde motorları bugün teslim edecektik ancak şirketi arayıp 1 gün uzattık. Bundan sonra uğrayacağımız bir Cebelitarık var. Sonra da Malaga'dan döneceğiz. Bu sebeple acele etmeden dağ rotalarını içimize sindirelim diyoruz.

Bugün dağlardan Cebelitarık'a inmeyi planlıyoruz. Cadiz'den-geldiğimiz yollardan geri dönüyoruz. Dağlara tırmanıp o güzel yollardan gitmeye başlıyoruz. Yine dar yollarda sürekli virajlar başlıyor. Burası gerçekten kendimize gelmemize sebep oluyor. Ne kadar güzel anlatamam.

Her taraf yemyeşil, yollar temiz ve güzel asfaltlı, hava içimize çektikçe enerji veriyor, trafik yok, ve en önemlisi de trio birarada...

Bir yerde bende benzin işareti yanıyor. Diğerlerinin durumu iyi. Yol ayrımında bir kafede durup en yakın benzinci nerede var diye soruyoruz. Benzinciye iki taraftan da eşit mesafedeymişiz Adam istediğiniz tarafa gidin diyor. Biri 19 km doğuda diğeri 20 km batıda. Batıda olan Ubrique. Tekrar göreceğimize sevinip Ubrique tarafına gidiyoruz. Yollar inanılmaz, manzara inanılmaz, hava inanılmaz. Herkes o kadar keyif alıyor ki anlatamam.

Ubrique ye girip benzin alıyoruz. Virajlar çarptığından biraz dinlenelim istiyoruz. Saat 13:00 hava sıcak bu sebeple oldukça loş, karnımız acıkmadı ama çok susadık. Mola için motorları parkedecek yer aradık. Henüz bir çok yer açılmamış. Daha sonra sokak ortasında bir kafe bulup otururuyoruz. Bizimle ilgilenen ispanyol kadın hiç ingilizce bilmiyor. Ona bize vejetaryen bir bocadillo yap ve yanında içecek bir şeyler getir diyoruz. Bocadillo deyince kadın etli bir şeyler getiriyor. Sonra zar zor anlaşıp bir şeyler getirtiyoruz.

Artık yorgunluğumuz artarak ilerliyor. Günlerin yorgunluğu sebebiyle artık daha çabuk yoruluyoruz, ayrıca yemek ve su molasını asla geciktirmemek gerekiyor. Gecikince dinlenmek için daha çok süre gerekiyor. 1 saat moladan sonra Ubrique'den ayrılıyoruz. Bu şehri çok sevdik yolumuzun tekrar düşmesi de hoş bir tesadüf oldu.

Geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz, önce 20 km lik yolu tekrar geri gideceğiz sonra yola kaldığımız yerden devam edeceğiz. Dön baba dönmeye devam, sağ sol, sağ sol, sol sağ, sol sağ bir o tarafa bak bir bu tarafa... Çok keyifliydi gerçekten. Bu sefer hiç düşünmeden, frene hiç basmadan devam ediyoruz. Benim uykum bile geldi. İnsan sürekli bir şeye maruz kalınca düşünmemeye başlıyor.

20 km lik yolu geldik, benzinci sorduğumuz kafeyi geçtik. Bir 20 km daha gidince karşıdan GS 1200 e binmiş bir adam karşıdan geliyor. Ama ne geliş! o daracık virajlı yolda adam 90 km hızla gidiyor. Ahmet abi çantasında Türk bayrağı var, bu adam türk herhalde dedi. Ben yanından o ara geçmiş oldum ancak  arkadaşlar durdular ben de dönüp geri geldim.


İsviçreli, 1.90 mt boyunda bir abimiz. TR yi de gezmiş o ara top box a bayrağı yapıştırmış. Meğerse adamda bizden önde giderken bir yerde yolun göçük olduğunu görüp geri dönmek zorunda kalmış. Iphone da fotoğrafları gösteriyor. Ahmet birinci fotoya baktı yolun birazı duruyor, "buradan geçerdin" dedi adam da evet mümkündü geçtim zaten ancak bundan geçmek mümkün değildi dedi ve yolun tamamen göçtüğü bir sonraki resmi gösterdi.



Ne yapalım düştük adamın arkasına bir daha gerisin geriye başka bir yoldan geçeceğiz Cebelitarık'a.. Canımız sıkıldı kısa bir mesafede sürekli git gel yapıyoruz. Bir yere ilerlediğimiz yok. Virajlar başta iyiydi de şimdi zombileşmeye başladık, kimse muhabbet de etmiyor. Sadece yol yapıyoruz.

Bu arada adam GS 1200 ü bizim 700 lüklerden rahat kullanıyor. Artık adamın eli ayağı gibi olmuş. Adama resmen yetişemiyoruz. Bir yerden sonra yol inmeye başladı artık aşağıda bir ova görüyoruz.

Bu arada tekrar Ubrique ve Ronda üzerinden yolumuza devam edecek gibi gözüküyor. Aslında kimsede fazla yol yapacak hal kalmadı ama gidebildiğimiz kadar gideriz dedik.



Aynı yollardan geze geze Ronda üzerine geldik saat akşam 17:00 oldu. Kendi aramızda anlaştık Ronda da kalıyoruz. Zaten kalmak istiyorduk. Motorları arenanın etrafına bırakıp otel aramaya başladık. Güzel, otoparkı olan, cadde üstünde bir otel bulduk yerleştik. Akşama kadar dinlenip akşam Ronda'nın en meşhur restaurantlarından Don Miguel'de akşam yemeğine çıktık. Burası Ronda'daki taşköprünün ayaklarından birine bakıyor.

Hoş bir akşam, hava parliement mavisi olmuş, hafif serin, insanlar açık havada güzel sohbet ediyorlar, aşağıdan suların çağıltısı geliyor. Güzel bir akşam yemeğinden sonra Ronda'da bir tur atıyoruz. Zaten küçücük kasaba bir ucundan bir ucuna yürümek 10 dakika sürmüyor.

Sonra gelip güzel bir uyku çekiyoruz. Yarın son gün...

Monday, April 15, 2013

ENDÜLÜS'TEN PORTEKİZ'E 5. GÜN SEVILLA --UBRIQUE-CADİZ

SEVİLLA-CADİZ ATLANTİK KIYILARI

Sabah kalktık kahvaltı yapmak için saat 10:00 da buluştuk. Artık yorulmuşuz, sabah kalkmak hiç sevimli gelmiyor, keşke 1 saat daha uyusak diye bakıyoruz. Diğer günlerde biraz daha erken kalkıyorduk ancak bugün farklı. Halil daha geç kalkalım diye teklif etti. Ben de Nazi subayları gibi acı, gözyaşı, bıkma yok diye reddediyorum. Ancak,  sonra düşününce benim de her yerim ağrıyor. Bir saat daha yattık. Bu turların son günleri hala keyifli ancak insan çok yorulmuş oluyor.

Sabah dar sokaklardan kıvrılarak makineleri koyduğumuz yerdeki parka geliyoruz. Akşam yemek yediğimiz yere bakınıyoruz. Cafelerden biri açık. İçeriye girip pratik ispanyol kahvaltımızı yapıyoruz. Kızarmış ekmek, tereyağı, peynir ve kahve. Bocadillo diyorlar.

GİRALDA ve ALCAZAR


Giralda
Kahvaltıdan sonra Giralda'yı geziyoruz. Gerçekten çok etkileyici eserlerin sergilendiği bir müze olmuş. Endülüs dönemi etkileyiciliği devam ediyor.













Reconquista'dan sonra dev ipek halılara resimlerle olanları işlemişler.


Neredeyse tüm tarihi etkileyici bir
güzellik içinde seyrediyorsunuz. Çok değişik bir yaklaşım olmuş gerçekten.










Endülüs eserleri farklı hanedanlara ait olduğundan, bütünde benzerlikler, detayda farklılıklar görüyorsunuz. Endülüs beyliklerinin son dönemlerinde birbirleriyle mimaride yarıştıkları çok belli oluyor.  Granada,Cordoba, Sevilla ve Toledo'daki muhteşem eserler bu rekabetin neticesinde doğmuş.








Hava daha ısınmadan yola çıkıyoruz, nedense Sevilla bize diğer şehirlerden daha nemli ve bunaltıcı geliyor.  Trafiğin içinden çıkıp yola koyuluyoruz. Bugün çoook meşhur Cadiz'e gideceğiz. Burası tarihi, büyük bir liman kenti ayrıca flamenco nun ustalarının şehri. Paco De Lucia, Camaron De La Isla....

ROTA DÜZELİYOR

Artık trafikten çıktık, dağa doğru tırmanıyoruz. Tırmandıkça yol daralıyor, çok keyifli bir rotaya dönüşüyor. Şimdiye kadar aradığımız ancak bulamadığım yollara geliyoruz.

UBRIQUE

Bir arkadaşım Ubrique rotasının çok keyifli olduğunu söylemişti. Bu sebeple Garmin'e yazıyoruz. Cadiz'e bu şehir üzerinden gideceğiz. Ubrique tam dağların kesiştiği yere kurulmuş bir taraf yüksek öbür taraf alçak ancak hepsi tepelerden oluşuyor.

Şehirde bir tur atınca dağın yamacına doğru ilerleyen etkileyici bir mahalle görüyoruz. Şehre tepeden bakıyor. Manzaranın etkileyiciliğini düşünerek oraya çıkmaya karar veriyoruz. Ancak sokaklar çok dar, çok dik ve bazen karşınıza araba çıkıyor. Zor bela tepeye kadar çıkıyoruz. Sokaklar bir arabanın zorla geçeceği kadar dar. Ayrıca eğim 30-45 C arasında değişiyor. Bazen bir yola girer ancak niye girdiğinizi bilmezsiniz ya aynen öyle bu yola giriyoruz. Macera olsun diye çıktık ama sonunda çok güzel kareler yakaladık.




Her zamanki gibi bir Canon taşı bulup trio fotomuzu çektik. Aşağı inerken manzarayı kameraya alalım dedik ve yukarıdaki video kaydı çıktı.


Ubrique'de durmadan yola devam ediyoruz. Cadiz'e hangi yollardan devam edeceğimizi bilmiyoruz. Bu sebeple durmadan devam ediyoruz. Tekrar dağlara çıkınca yolda inanılmaz virajlar başlıyor. Sağlı sollu sürekli viraj var. Dağ yolları inanılmaz kaliteli kırmızı asfaltla döşenmiş.  Başımız dönecek kadar viraj olduğunu söyleseler inanmazdım. Alplerde Dolomities de bile bu kadar olmamıştı.

İnanın bir zaman sonra arkadaşlardan biri abi benim midem bulanıyor dedi ve mola verdik. O kadar uzun süre sürekli sağa sola dönmekten insanın içi geçiyor.  Güzel tarafı dağların tepesindeyiz, nem yok, ağaçlar olduğundan gölgede ilerliyoruz ve nadiren araba geçiyor. Bu yüzden hiç hız kesmeden sürekli sağa sola dönüyoruz.

Dağdan aşağı inmeye başlayıncada aynı derecede güzel virajlar var. Böyle kıvrıla kıvrıla aşağıdaki düzlüklere iniyoruz. Her taraf tarım arazisi, İspanya çölleşiyor vs demişlerdi ama bu gördüğümüz manzara bambaşka.

KALE ŞEHİR

Aşağı inince artık trafik başlıyor, anayollardan birindeyiz. Her tarafta Jerez ve Cadiz tabelaları görüyoruz. İlerde bir şehir dikkatimizi çekiyor. Sarp kayalıkların üzerinde kurulmuş tarihi bir şato etrafında küçük beyaz evler. Buraya gitmeye karar veriyoruz ve anayoldan çıkıyoruz.









Keyfimize diyecek yok
Aşağıda bir dere akıyor, şato tam bir şahin yuvası gibi tam tepeye kurulmuş. Biz de bu manzarada poz veriyoruz. Yukarı kaleye doğru çıktık ancak insanlar ters yön olduğu konusunda bizi uyardılar, biz de yola devam kararı verip döndük. Şimdi fotolara bakınca keşke çıksaymışız diyorum.










CADİZ

Cadiz yoluna otoyoldan devam ediyoruz. Artık o keyifli yollar geride kaldık. Akşam olmaya başladı Cadiz tabelaları görüyoruz. Akşam üstü güneş batmadan Cadiz'in büyük köprüsünden geçip büyük bir caddeye giriyoruz.

Gözün alabildiği kadar gidiyor, dümdüz çok geniş bir cadde. Hiç bitmiyor. Toplam 12 km lik dümdüz büyük bir caddeyi boylu boyuna geçip Castillo San Fernando'nun önüne geliyoruz.

Artık Atlantik kıyısındayız, okyanus hırçın dalgalarıyla sahilleri dövüyor.






Biz okyanusa ulaşmanın verdiği hazla bir kaç foto çekiyoruz. İnsanlar kalenin yolunda denizin üstünde yürüyorlar.

Dönüp şehrin içine giriyoruz. Cadiz cetvelle çizilmiş gibi aynı manhattanın şehir planını andırıyor. Düz büyük caddeler, onları dikine kesen yüzlerce sokak. Binalar birbirine nizami dayanmış. Tarihi bir liman kenti... Bu kadar büyük liman sayılı yerde vardır. Daha büyüğünü görmüştüm ama Cadiz çok etkileyici.




Limandan kıvrılıp tarihi şehrin içine giriyoruz.  Sahilde iki dev kauçuk ağacı görüyorum, arkasında sıra sıra tarihi binalar görüyorum. Ancak aralarında hiç boşluk olmadan birbirine dayanmış sıra sıra binalar, arada daracık sokaklar. Birinden içine girip küçük bir meydan buluyoruz.


Karşımıza Hotel De Francia, Paris diye bir bina çıkıyor. Ne kadar hoş, içerip girip yer var mı diye soruyoruz. Sokağa bakan fransız balkonlu tarihi bir otel. Uygun bir fiyata yerleşiyoruz. Akşam tam otelin önünde yemek yiyip Cadiz sokaklarında dolaşıyoruz. Yine macera dolu bir gün oldu.

Sunday, April 14, 2013

ENDÜLÜS'TEN PORTEKİZ'E 4. GÜN CORDOBA-RONDA-SEVILLA

MESQUİTA CORDOBA 

















Cordoba eski bir Roma şehri. Guadalquivir nehri yanında kurulmuş. Girişindenki roman köprüsü hala ayakta. Müslümanlar şehri fethettiklerinde eski bir roman tapınağını mescide çevirmişler.

Reconquista'dan sonra da mescit katedrale çevrilmiş. Sabah kalkıp büyük mescit diye bahsedilen müzeyi gezdik. Binanın yarısı mescit yarısı da katedral olarak kalmış. Bazı yerlerinde de Romalılardan kalma taban işlemeleri görüyorsunuz.


                                                                                Mescit ve Katedral ikisi de ince işçilik ve sanatta yarışıyorlar. Artık müze olduğundan mescit fonksiyonu görmüyor ancak bilebildiğim kadarıyla katedral olarak kullanılmaya devam ediyor.



Mescitin sıralı sütunları ayrıca altın yaldızlı mihrabı çok etkileyici. O kavurucu sıcakta içerisi oldukça serin, klasik Endülüs sanatının nişanı olarak olarak her yerde geometrik şekiller var.


Tarihi Org
Fetihten sonra binayı katedrale çevirmişler, içeride aziz rahiplerin mezarları, her tarafı ahşap gravürlerle dolu bir ayin salonu ayrıca devasa el yapımı tarihi bir org bulunuyor.











Kralın kupaları
Bir de kralın kupalarının sergilendiği özel bir oda... Hepsi kral kupası :-)




Tarih dolu gezimizi tamamlayınca otelimize geri dönüp makineleri alıp yola koyuluyoruz. Rotamız Sevilla ancak ondan önce Ronda'ya uğrayacağız.




Bir de Ubrique diye çok etkiliyeci bir şehir olduğunu duyduk dolayısıyla Ubrique ye uğrayıp oradan Sevilla'ya geçeceğiz.

Saat 11:00 gibi yola çıkıyoruz gerçekten sıcak olmaya başladı bir an önce şehirden çıkmalıyız. Bu iki günde çok güzel müzeler gördük, tarihe tanıklık ettik ayrıca çok güzel hikayeler anılar dinledik. Ancak yol yapamadık. Bu sebeple artık yol yapmayı umuyoruz. Hangi yoldan gideceğiz diye soruyoruz, otobanlar çok sıkıcı mutlaka alternatif yol bulalım diyoruz.

Yaklaşık 160 km yol yaptıktan sonra dağların ortasında çok güzel bir şehre rastlıyoruz.  Burası Ronda, çok güzel bir  kasaba. Dağın sarp yamaçlarına kurulmuş.


Ne kadar etkileyici. Binalar sıra sıra kayaların üzerine oturtulmuş gibi.





150 mt lik Köprü



Ronda İspanya nın en popüler turistik yerlerinden biri. İki sarp kayanın üstüne dikine kurulmuş, ortada tarihi 150 mt lik bir köprü var.



















Aşağıda geniş düzlükler, meralar var. Köprünün üzerinden bakınca aşağıyı göremiyorsunuz, sadece coşkun akan suyun gürültüsü geliyor. Parkta bir adam konser veriyor. Ben de çekiyorum.


Ronda 
Bir yerde mola verip yemek yiyoruz, çok hoş bir restoran tam Ronda Arena'nın karşısında. Hava oldukça sıcak. Sevilla'ya nasıl bir yoldan gideceğimizi bilmiyoruz bu sebeple yola devam ettik. Bugün 380 km ye yakın yol yapıyoruz. Hava sıcak dolayısıyla akşam çok geç saatte Sevilla'ya varıyoruz.








Sevilla diğer şehirlere göre çok büyük ve kalabalık. Bu yüzden pek sevmedik ancak tarihi mekanları itibariyle çok güzel bir şehir.
Minare ve Çan Kulesi



Akşam oluyor, hava kararmak üzere.  Sıcakta çok yol yaptık ve yorulduk. Her zamanki gibi bir yere park edip otel aramaya başlıyoruz.














Sonunda Halil tarihi şehrin labirent gibi sokakları arasında bir pansiyon buluyor. Hemen girip, 30 dakikalık moladan sonra kendimizi dışarı atıyoruz. Kurtlar gibi acıktık.. Yemek yiyip gelip dinlenmemiz lazım.



Motele yakın bir yerde oturup yemeğimizi yiyoruz, küçük bir meydanda masamızı kurmuşuz, etrafta insanlar karşımızda sakin bir park var. Keyifli bir yemekten sonra  güzel sohbet ediyoruz. Ne güzel geçti bugün. Keşke rotalar hep böyle olsa...

Saturday, April 13, 2013

ENDÜLÜS'TEN PORTEKİZ'E 3.GÜN GRANADA-CORDOBA

GRANADA-CORDOBA

Sabah erkenden kalkıp kahvaltıda buluştuk, bugün Alhambra Sarayının Generalife denilen botanik parkını ve geri kalan yerleri gezeceğiz. Kahvaltıyı hızlıca yapıp tam saat 8:00 de Saraya girdik. Güneş yeni doğuyor hava serin. Parkta bizimle birlikte bir kaç turist daha var. Saray çalışanları etrafta temizlik yapıp yerleri süpürüyorlar.

Alhambra'dan şehrin görünüşü
Generalife Cennet'ül Arif, Cennet Bahçesi, Nasri Sarayının kendisi kadar büyüleyici yüzlerce bitki türünü barındıran bir bahçe. Klasik pers bahçesi modelinde hazırlanmış. Bir kaç bölümü var : Havuzlu su kanalı kısmı, saraydan çıkışa kadar devam eden Sultanın Bahçesi. Sarayın girişinden bodur ardıç ağaçları yol boyunca bir şerit oluşturmuş hem geniş hem de yol boyunca ilerliyor. Yol boyunca bir sürü şekil verilen duvarı ağaç olan odacıklara girip çıkıyorsunuz. Havuzlu kısımda büyük bir pers havuzu, fıskiyeler ve küçük şelaleler oluşturulmuş. Hayalinize en yakın Cennet Bahçesi diyebilirim

Generalife tam bir cennet bahçesi
Buraları daha önce Haziran ayında gezmiştim her taraf yemyeşil ağaçlar ve rengarenk çiçeklerle doluydu. Biz Nisanda olduğumuzdan henüz tüm çiçekler açmamış dolayısıyla Generalife bana biraz soluk gözüktü. Rengarenk çiçeklerle çok daha gözalıcı oluyor.







2 Saatte Generalife ve Alcazaba'yı geziyoruz. Sonra artık yola çıkmak için otele geri dönüyoruz. Dönüşte kimse konuşmuyor, hem alhambranın etkileyiciliği, hem de dinlediğiniz hikayelerden böyle bir medeniyetin bu şekilde son bulmuş olmasının hüznüne veriyorum...








Alhambra'da hala eski sanatlar yaşatılıyor







Bilime, sanata, medeniyete yapılan barbarlığı anlamak zor gerçekten... Bir sürü sanat eseri tekrar fetihten (renconquista) sonra ya kırılmış ya da üzerine alakasız krallık ya da haç işaretleri yapılmış. Bizde de benzerlerini görmek mümkün...









Otele geri dönüp eşyalarımızı topluyoruz. Biraz rota çalışıp, bir kahveden sonra yola çıkıyoruz. Çok güzel bir tarihten tekrar yola dönmek bana bir filmin farklı bölümlerini yaşamak gibi geliyor. Tekrar yollardayız. Tepeden aşağı doğru şehre oradan da geldiğimiz ana yola çıkıyoruz. Bir süre yanlış yolda gittik sanıyorum, sonra navigator imdadımıza yetişti, tabelaları takip ederek Cordoba yoluna doğru ilerliyoruz.






Anayolda hava biraz rüzgarlı, hadi uzatmayayım, birazdan fazla rüzgarlı, bu sebeple benim için hiç konforlu değil. Çünkü şimdiye kadar hep büyük ön camlı motorsiklet kullandım. Bu makinedeki ön cam bir avuç kadar bile değil. Bütün rüzgar yüzünüzde ve vücudunuzda. Ani rüzgar değişimlerinde sürekli pozisyonunuzu düzeltmek gerekiyor.

Bir tepeden çıkarken her zamanki sıramızda ilerliyoruz, önde ben, ortada Halil arkada Ahmet. Rüzgar bir yerde çok şiddetlendi. Sağdan soldan sürekli şiddetli rüzgar vuruyor. Ben de sürekli '' aman, of, ne rüzgardı, hay Allah vs' sesler çıkarıp, sürekli oturma pozisyonumu düzeltiyorum. Hayatımda böyle rüzgar yememişim. Bu sırada Halil bir gülme krizine girdi. O kadar ki artık konuşamaz hale geldik, adam susmadan sürekli gülüyor. O anda şöyle düşündüm, rüzgar Halil'de gıdıklama etkisi yaptı, çocuk ya stresten ya da gıdıklanmaktan sürekli gülüyor. Bir yerde artık ' Halil artık gülme sinirlerim bozuldu' dediğimi hatırlıyorum. Biraz sonra ileride bir benzincide mola verince durum ortaya çıktı, meğer rüzgar çıkınca bakalım Savaş ne yapacak rüzgara hiç alışkın değil diye düşünmüş. Benim sürekli söylenip iki de bir pozisyon değiştirdiğimi de arkadan görünce gülme krizine girmiş. Sonradan hep beraber güldük.

Anayoldan devam ediyoruz, yol kıvrılarak yola çıkıyor Cuesta Blanca diye bir yere geliyoruz, birden Rüzgar Değirmenleri karşımıza çıkıyor hem de onlarcasını görünce şaşırıyoruz. Bu kadar değirmeni ancak çok rüzgarlı bir yerde kurarlar demeye kalmadan, rüzgar bize bir sağdan bir soldan patlatmaya başladı. Birisi sağlı sollu size yumruk atar gibi, uzun süre böyle rüzgara maruz kalınca şapşallaşıyorsunuz.

Değirmenlere doğru tırmanırken etrafa bakınıyoruz, bu sırada BMW R 1200 RT motorsikletli 2 polis o rüzgarda yıldırım gibi karşı virajdan çıkıp kıvrılarak yanımızdan geçip kayboluyorlar. Daha önce de polisler bizi geçmişlerdi hepimizin dikkatini çeken şey, çok nizami viraja giriş ve çıkışlarıydı. Aynı derslerde bize öğretilenler gibi, 'virajın ucunu görene kadar dışarıdan gördükten sonra içeriden' ancak biz bu kadar hızlı bu kadar nizami  hala değiliz. Adamlar virajı tam şeridin üstünde alıyorlar sanki. Biz karşıdan gelen araçlardan korkup yine şeridin içinde kalıyoruz.

Bugün yol, hava hiç keyifli değil böyle olunca dikkat kesilmekten muhabbet de çok iyi dönmüyor. Bu yüzden sık mola verip dikkati toplamaya çalışıyoruz. Genelde benzincilerde duruyoruz, birinde motorsikletli bir polis geldi. Bir süre sohbet etmeye çalıştık, çalıştık diyorum çünkü hiç ingilizce bilmiyordu. Bizdeki makineleri merak etmiş, önce 1200 sanmış, sonra boyutu küçük gelmiş eski 650 ye de tipi hiç benzemiyor gerçekten.

Toplam 200 km lik yolu 2,5 saatte alıyoruz Cordoba'ya giriyoruz. Dağlardan indik, düz bir ovaya geldik, rüzgar bitti hava sıcak ve bunaltıcı olmaya başladı. Bir yerde durup Mezquita Chapel de Cordoba'yı arıyoruz. Navigatör bizi yönlendiriyor, şehrin içinden geçip tarihi binaları görmeye başlıyoruz.

MEZQUITA DE CORDOBA

Dar sokaklara girmeye başlayınca araç trafiği bitiyor insan trafiği başlıyor. Bizim tahtakalede gider gibi.  Cordoba Mescidinin etrafına gelince her taraf insan, hiç taşıt yok, o kalabalıkta trafiğe kapalı alana girdiğimizi anlıyoruz. Ancak ne tarafa gideceğimiz pek belli değil. Yayaları rahatsız edip, bir ispanyolun yol göstermesiyle o keşmekeşten çıkıp tekrar yola giriyoruz. Neden sonra Mescidin etrafında tur attığımızı anlıyoruz.

Hava sıcak, motorları mescidin duvarına parkedip, kaskları çıkarıyoruz. Sıcaktan sırılsıklam olduk. Çeşmeden kana kana su içip, elimi yüzümü yıkıyorum. Ohh dünya varmış...

Sonra klasik otel arama maceramız başlayacak ancak herkes çok aç, rüzgar bizi fena patakladı, çok az bir yol gelmiş olmamıza rağmen çok yorulduk. Bu sebeple güzel bir restaurant bulup yemek yiyelim diyoruz. Klasik endülüs yapılarından birine giriyoruz. Buradaki her evin altında havuzlu bir iç bahçe var. Binaların dışından sadece yüksek duvar gözüküyor, sonra bir kapıdan girip avluya geçiyorsunuz, gökyüzü gözüküyor, içeride güzel bir havuz ortamı serinletiyor, sonra da binanın merdivenlerinden yukarı çıkıyorsunuz. Küçük bir otele gelmişiz, karı koca işletiyorlar, bizi havuzun dibinde bir masaya buyur ediyor. Sonra masaya temiz büyük bir kağıt örtü seriyor, sonra da siparişlerimizi alıyor. Güleryüzlü ve ilgili, ne güzel!

Birazdan buz gibi içeceklerimiz geliyor, sonra oldukça bekledikten sonra yemeklerimiz. Yemekten sonra birer kahve ohh keyfimize diyecek yok. Burada bir yere kıvrılıp uyumak istiyorum ancak otel bulmamız lazım, havanın kararmasına daha çok var.



Yolda bir turist kafilesi görüyoruz. Bize benziyorlar ve türkçe konuşuyorlar. Önce rahatsız etmeyelim diyoruz, sonra selam veriyoruz. Beykoz İlçesi, kaymakamlık, belediye çalışanlarından bir grup. Ellerimizde kaskları görünce ne iş diyorlar? Biz de motorsikletle geziyoruz deyince ilgi gösteriyorlar. Bir resim çekinelim fikri çıkınca topluca resim çektiriyoruz. İçlerinde hemşehrilerim var, sağolsun çok ilgi gösteriyorlar. İstanbul'da görüşmek üzere deyip müsaade istiyoruz.


Çıkıp etraftaki otellere bakıyoruz, önce mescidin dibindeki otellere bakıyoruz sonra uzak tarafları geziyoruz. Halil motorları bekliyor,  tarihi Roman köprüsünü geçip karşıdaki otellere yer var mı diye soruyoruz. Aldığımız cevaplar hep aynı, maalesef doluyuz. Yorgun argın geri dönüp ilk konuştuğumuz otel resepsiyonundaki arkadaşa indirim yapmasını istiyoruz. Biraz pahalı ama mescidin dibi. Hotel Maimonides. Endülüslü Yahudi Alim, bir tıpçıymış. Heykelini de dikmişler aynı müslüman araplar gibi giyinmiş.
Hotel Maimonides

Otelin güzelliği altında otopark var, ve ücret almadılar, motorları çekip odalarımıza çekiliyoruz. Akşam yemeğe çıkıp sonra da Flamenco gösterisine gideceğiz. Şehirde gösteri tek yerde var, iki adım yürüme mesafesinde, küçücük bir yer ancak boş yer yok.

Otel sandığımdan çok güzel, odası yüksek tavanlı, güzel bir fransız balkonu var, dışarı sokağa bakıyor. Bu tür gezilerde otelin kalitesi insanın en büyük mutluluğu oluyor.

Akşam çıkıp gösteriye gittik, pek parlak bir flamenco gösterisi olduğunu söyleyemem daha etkileyicilerini izlemiştim.

Sonra dönüp güzel bir uyku çektik....






Friday, April 12, 2013

ENDÜLÜS'TEN PORTEKİZ'E 2. GÜN MALAGA-SALOBRENA-GRANADA

MALAGA -SALOBRENA N-340 EN GÜZEL SAHİL ROTALARINDAN BİRİ

Telefonu işini hallettikten sonra hızlıca yola çıkıyoruz. İlk rotamız Granada, burada dünyanın harikalarından biri Alhambra sarayını ziyaret edeceğiz. Granada'ya sahilden gideceğiz. İspanya'daki en güzel rotaları araştırırken herkes N-340 adlı sahil rotasından bahsediyordu. Burası sahil boyu kıvrım kıvrım giden bir rota. Biraz bizim Finike-Demre arasını hatırlatıyor galiba, düşündükçe heyecanlanıyoruz. Üstte dağlar altta deniz, birbiri ardına sürekli virajlar olsa ne güzel olur.

Granada rotasını takip ederek Malaga'dan çıkıyoruz. Burası N 340 a paralel bir otoyol, 40 km kadar bu yolda devam ediyoruz. Trafik yoğun, yol düz, manzara yok, çok sıkıcı. Bu sebeple ilk çıkıştan çıkıp sahile doğru iniyoruz. Yol, ağaçların arasından kıvrılarak aşağıya iniyor, doğru yere geldiğimizi anlıyoruz. Trafik çok sakin, manzara güzelleşiyor, keyfimiz yerine geliyor.

Bu yol geliş gidiş tek şerit, önce aşağı iniyor, sonra düzlüğe gelip bazı yerleşim yerlerine giriyor, daha sonra kıvrılarak tepelere çıkıp tekrar aynı sırayı izliyor. Tepelere iniş ve çıkışlar çok zevkli ancak yerleşim yerlerinde hem trafik, hem yaya hem de ışıklar var.





İniş ve çıkışlar çok çok zevkli, bir yerde öyle kıvrıldı ki eski karadeniz otoyolunda Ordu, medreseönününden geçiyoruz sandım. Hem tırmanıyor hem de sağa sola keskin virajlar alıyorsunuz, hemen yolun aşağısında sıra sıra koylar geçiyorsunuz. Ancak hep böyle devam etmiyor.

Sıcaklık 24 C civarında, rüzgar yok, motora binmek için en güzel zaman. Böyle 60 km boyunca devam ediyoruz, güzel rota sona eriyor, sahilden içeriye doğru ilerliyor, sık sık göbeklerden geçiyoruz artık yol Granada ve Motril'i gösteriyor. Biz Granada'ya doğru Salobrena'ya doğru ilerliyoruz.

Yola koyulduğumuzdan beri hiç durmadık, yaklaşık 2,5 saattir motor kullanıyoruz. Hem benzin alalım hem de biraz mola verelim diye Salobrena'da bir benzincide duruyoruz. Bir şeyler içtik, depoları doldurduk, konuşurken tepede güzel bir kale gördük, aşağıdan sıra sıra beyaz evler boyunca çıkıp kaleye ulaşılıyor. Buraya gidelim mi diye bir fikir çıkınca, tereddüt etmeden herkes hadi çıkalım dedi.






SALOBRENA CASTILLO ARABE

Arap kalesi Endülüsten Nasri Sultanlığı zamanında kurulmuş. Müslümanların Iber yarımadasındaki ilerleyişleri Tarifa'dan başlayıp, Malaga, Salobrena şeklinde kıyıların alınması, daha sonra da kuzeye doğru yayılımıyla devam ediyor. Kalenin içinde bir müze varmış.

 Benzinciden hemen sonra dar bir yoldan yılan gibi kıvrılarak dik yukarı çıkıyoruz sonra  büyük bir göbeğe geliyoruz, yol  arnavut kaldırımlı tarihi bir sokağa dönüşüyor, şehrin girişinde tarihi bir kemer var, oradan girip yoldan yukarı doğru çıkmaya başlıyoruz, geldiğimiz ana yol solumuzda aşağıda kalıyor, sağda sıra sıra beyaz evler boyunca dar sokaklar arasından geçip bir yerde durmaya çalışıyoruz. Yol bazı yerlerde dar çok dik çıkışlar, ya da inişler şeklinde devam ediyor..







Arada ağaçlar, çok güzel bahçeler görüyoruz. Bu kaleye de bahar gelmiş, zaman zaman mis gibi ıhlamur, erguvan kokularından geçiyoruz. Hava oldukça sıcak ancak çok tatlı bir rüzgar insanın yüzünü okşuyor. Dik bir yokuştan inip kalenin önüne park ediyoruz.









Tepede şahinler uçuyor. Burası gerçekten bir şahin yuvası gibi hem dik hem sarp bir kayalık. Şehre çok hakim bir yer. Motorları park edip kalenin avlusunda etrafı geziyoruz, bir taraftan denizi, diğer taraftan Sierra Nevada dağlarını görüyor. Dağlarda karlar hala erimemiş.


Bahçedeki mandalina ağacından topluyor yemeye çalışıyoruz, ancak çiğneyince narenciye olduğunu anlıyoruz inanılmaz ekşi bir tat. Bu arada ispanyolcada Naranja diyorlar.

Bu kaleye çıktık




İspanya tarihiyle çok zengin bir ülke, hem Hristiyanlığın hem Müslümanlığın hem de Museviliğin bir çok tarihi yapısını barındırıyor. Tarihi çok zengin, hem dünyayı etkilemiş hem de dünyadan bir çok kültür barındırıyor. Endülüs'e şatolar ve kaleler ülkesi diyebiliriz, hemen her yerde tarihi bir şato, kale, kilise, cami, havra görmek mümkün.



Burada 1 saat kaldık, fotoğraflar çektik etrafı inceledik, Granada'ya hala yolumuz var, yola koyulmak en iyisi geldiğimiz gibi dönmeye başladık. Granadaya ana yoldan 70 km gösteriyor,  Önce biraz A 44 ten devam ediyoruz.


Alpujarras
Daha sonra çok merak ettiğim Alpujarras tabelasını görüyorum ve oradan içeriye giriyorum. Buranın yolları inanılmaz. Mutlaka görmemiz lazım. Garmin'e özel rota soruyoruz. Garmin bizi anayoldan çıkarıp köy, dağ yollarına sokuyor.









Bir süre tabelaları takip ediyoruz sonra karşımıza büyük bir baraj gölü çıkıyor. Adı Rio Guadalfeo.
Rio Guadalfeo
Bu barajın etrafında dönerken yönü kaybettik sanırım ilerde bir benzincide mola verince oradaki genç Alpujarras'ın ters tarafta kaldığını söylüyor. Alhambra'nın ziyaret saatlerini, ayrıca randevu almadığımızı düşünüp yola devam ediyoruz. Saat artık 16.00 olmuş. Bugün ziyaret edemeyiz sanıyorum.





Anayola bağlanıp Granada istikametine devam ediyoruz. Yol bizim anayollar gibi trafik kısmen var, yollar geniş olduğundan ayrıca virajlarda anayola göre yapıldığından bu yoldan zevk almadan ilerliyoruz. Ayrıca rüzgar da başlıyor.  Bir tepeye doğru bir grup bisikletli görüyoruz. Önce polis motorsikletleri bize yavaşlayın işareti yapıyor, daha sonra bisikletliler geçiyorlar, arkada kamerayla çekip yapan minibüsler var. Herhalde Granada Prix yapılıyor.






Anayolda neredeyse hiçbir detay hatırlamıyorum, bu yüzden detayları anlatamıyorum. Sebebi sürekli trafiği ve yolu kontrol etmekten çevreyi inceleyemiyorsunuz. Bu da çok zevksiz bir yol demek. Akşam saat 17:00 Granada'ya giriyoruz.

Alhambra Sarayı
Daha sonra Garmin'in yardımıyla Alhambra Sarayına doğru ilerliyoruz. Şehri biraz geçtikten sonra bir tepeye doğru kıvrılarak çıkıyoruz, biraz sonra çok tarihi bir şehre girip, yolun bittiğini görüyoruz.










Patio de los Arrayanes
Alhambra Sarayının önüne geldiğinizde büyük bir otopark var, daha sonra da motorlu taşıtların giremediği özel bir yola giriliyor. Biz motorları çekip en yakındaki bir kaç otelde yer var mı? Fiyatlar ne kadar bunları sormak üzere dağılıyoruz. İkinci denenemizde Oteli buluyoruz. 60 Euro, wifi var, kahvaltı hariç ve Alhambra'nın tam önü. Hotel Alixares.




Generalife
Odalarımıza yerleşmeden Alhambra'ya gidip bilet soruyoruz bize bir kaç alternatif sunuyorlar, isterseniz bu gece saat 22:00 de Nasri Sarayı, yarın sabah 08:00'de  Generalife ve Alcazaba, ya da yarın hepsi diyorlar. Biz de saray büyük olduğundan gece Nasri Sarayı'nı gezmeye karar veriyoruz.  Müze biletlerini alıp önce otelin tam önüne motorlarımızı parkediyoruz. Eşyalarımızı alıp odamıza çıkıyoruz. Artık iyice karanlık oluyor. Yorulduğumuzu hissediyoruz çünkü uzun zamandır ilk defa motora biniyoruz. Odamızda biraz dinlendikten sonra yemek için dışarı çıkıyoruz. Yemekten sonra saat 22:00 oluyor, müzeden içeri giriyoruz.

Aslanlı Yol
Alhambra MS 889 yılında bir kale olarak dizayn edilmiş, daha sonra 1333 yılında  Nasri Sultanının sarayını yapmışlar. Bu saray Arap İslam sanatının en tepe noktası olarak görülüyor.










Unesco Dünya Mirası listesindeki saray, gerçekten göz alıcı ihtişamıyla bunu hakediyor. Saray bir kaç bölümden oluşuyor : Kale, Nasri Sarayı, Generalife (Cennetül Arif, Cennet Bahçesi), Alcazaba,

Mocarabe
Nasri Sarayı, Alhambra'nın en özel kısmı, gerçekten sanatın İslam sanatının en üst noktası olduğu söylenebilir, bu kadar zenginlik, bu kadar detay, bu kadar estetik ben başka bir yerde görmedim. Sarayın her ayrıntısında bir matematik, estetik gizli. Duvarlarda alçıyla muhteşem işlemeler, ayetler var. Binlerce kez arapça "Allah'tan başka galip yoktur" ibaresi yazılmış.



Sarayı gezmek iki saatimizi aldı, hem Nasri sarayını hem de o estetik içinde iğreti duran Charles 5 in sarayını gezdik, sürekli yürüyoruz, zaten günün yorgunluğu vardı artık tükendik, saat 24:00 oldu. Sarayın çıkışından otele kadar 1,5 km lik mesafeyi zorla yürüdük. Yatağa girer girmez uyudum.

Çok yoğun, bol gezmeli, bir gün oldu.... Alhambra resmen büyüledi.