Sunday, September 18, 2011

FOTO

Gençlerle gençleşelim güzelleşelim Bu hafta çok sevdiğim bir arkadaşımla cumartesi günü için sözleştik. Tuğrul Karacan, o bir sanat öğrencisiydi, Bilgi Üniversitesinde sinema okuyordu bitirdi. Şu meşhur yer demeyeceğim. Aslında kendisi grafik sanatçısı bir sürü karakter tasarladığı, çizimler yaptığı oluyor. Fotoğrafa da ilgisi vardır, uzun zamandır, kendisine fotoğraflarımı çeker misin? diyordum, o da bana uzun zamandır abi beni de gezdirir misin? diyordu. Sonunda bu cumartesi gelmek isteyen 2 arkadaşa daha haber verip buluştuk. Çekimler için yine Şile'yi kullandık. Giderken ben Tuğrul'u artçı yaptım. Furkan fotolarımızı çekti. Dönerken ben tek bindim hem Furkan hem de Tuğrul iki ayrı kamerayla fotoları çektiler. Bu arada kendisi de bir zamandır motorsiklet kullanan Mehmet kardeşim de şoförlüğümüzü yaptı, ve fotoğrafçıların en uygun açılarda beni çekmesini sağladı. Kendilerine müteşekkirim.
Tuğrul üniversiteyi yeni bitirdi, Furkan üniversite öğrencisi. Mehmet'le ben uzun yıllar önce mezun olduk, artık evli ve çocukluyuz. Gençlerden biri grafik sanatçısı olmak istiyor diğeri de oyun sektöründe çalışmak. Tuğrul hayata estetik, anlam yönüyle bakan biri, yaptığı her işte anlam, neden, farklılık arıyor. Furkan oyun dünyasının içinde doğup büyümüş. İkisi de çok pozitif adamlar. Ben herhalde onların bu pozitifliklerinden çok etkilendim. Biz onların yaşındayken bu kadar hevesli bu kadar pozitif miydik? kendime soramadan edemedim.
Gerçekten harika bir gün yaşadık, önce gidip Şile'de iskelenin orada güzel bir kahvaltı yaptık, sonra da kumsalda oturup, biraz yüzüp, keyifli bir sohbet yaptık. Gençlik ne güzel şey, özellikle üniversite zamanları, adamlar gerçekten enerji ve heyecan dolular. Biz de genciz ancak evli ve iki çocuklu... Kendimi yaşlı gibi hissetmedim ama o yaş grubundan belirli bir uzaklığa sahip olduğumu hissettim. Nasıl hissettiklerini biliyorum, önünde hayalini kurdukları bir dünya var, bir de yüzleşmek zorunda oldukları günlük bir hayat. Hayallerinden şimdilik uzaklar ancak peşini bırakmayacaklarına eminim. Bırakmasınlar da, bu hayat hayaller olmadan ne işe yarar?
Bu konuda çok şey yazmak isterdim, hala da isterim, aklıma geldikçe yazıp güncelliyor olacağım. Sizi harika fotolarla başbaşa bırakayım....

Wednesday, September 07, 2011

EDİRNE'YE

Trio Hep Aynı Yöne 1 Eylül 2011 Selamlar, uzun zamandır bir şey yazmıyordum, sebebi de elim geçen sene yazdan beri Edirne gezimizi yazmaya bir türlü varmadı. Bu sebeple kronolojik sıra bozulacak diye bu kadar zaman bekledim. Ne var ki artık yazmanın sırası geldi. Geçen yazılarda Trio'dan bahsetmiştim. Yakın arkadaşlarım Ahmet Alan, ve Halil Erseven. Ahmet, Doğubank'ta gözlük işiyle uğraşır, benim yıllardan beri alışveriş yaptığım bir arkadaşım. Halil bir avukat Ahmet'le aynı sitede oturuyorlar. Ahmet'le uzun zamandır yol yapalım diyorduk, meğer Halil'in gelmesini beklememiz gerekiyormuş. Halil gelince geçen sene peşpeşe Bolu, İznik, Ağva gezileri yaptık. Halil bir eğitim programı için Michigan'a gidince, biz de Ahmet'le başbaşa kaldık. Halil'i Amerika'ya uğurladık, biz de arkasından motorlarla Edirne'ye kadar uğurlayalım dedik.
Edirne Bayramının 3. günü sabah erkenden Kavacık'ta buluştuk. Yollarda in cin top oynuyor. Emirgan'a Sütiş^e geçip güzel bir kahvaltı yaptık. Halil, kendi bluetooth konuşma sistemini bana bıraktı. Kahvaltıdan sonra sistemi kaska monte ettik. Ahmet'le konuşa konuşa yola çıktık. "Motor kullanırken konuşulur muy muş hiç?" demeyin konuşmak gerçekten çok güzel bir şey, hem canınız sıkılmıyor, hem yolda birbirinizi uyardığınız bir çok konu oluyor, dikkatinizi topluyorsunuz, geyiğin dibine vuruyorsunuz. Gişelere, oradan bahçeşehir yoluna kadar trafik normak ancak İstanbul'dan çıkınca şok edecek kadar boş bir yol buluyoruz. Edirne-İstanbul yolunda bir çok kez yolculuk yapmışımdır, ancak hiç bu kadar boş bir yol görmemiştim. Arada bir Almancı arabaları geçiyor, koskoca yolda çoğu zaman Ahmet'le ikimiz gidiyoruz. Hava sıcak gibi olacak sabah saatlerinde biraz üşüyoruz ancak güneş tam yükselince hava ısınmaya başlıyor. Yollar kıvrım kıvrım, kısmen bazı yerler bozuk dikkat ederek. Bir yerde mola veriyoruz, mola veren bir aile görüp çocuklarıyla selamlaşıyoruz. 2 bardak çay, biraz su, elimizi yüzümüzü yıkayıp yola devam ediyoruz. Bu Ahmet, ne tatlı, ne yardım sever insan. Normalde çok usta sürücüdür, çok iyi kullanır, her yol koşuluna çok iyi adapte olur. Ancak turlarda onu hep en arkada görürsünüz. Başkalarının temposuna uyar, "birinin yardıma ihtiyacı olur, hemen yardıma koşarım" diye düşünür. Bu trionun diğer üyesi için de geçerli. Halil de gerçekten çok empatik, çok sevgi dolu birisi, bizim için yapmayacağı fedakarlık yoktur. Biz trio olarak birbirimizle çok iyi anlaşırız, herkes birbirinin bakışlarından anlar. Yol boyunca şimdi Halil de olsa ne güzel olurdu deyip konuşuyoruz, bu sırada hava ısındıkça ısınıyor ve nemleniyor, ciddi terlemeye başlıyoruz. Neyse ki yol çok uzun sürmüyor 2,5 saat boyunca 3-5 araçtan fazlasıyla rastlaşmıyoruz. Edirne'ye girişte yol çalışması var, dönüp şehir içine giriyoruz, biraz aşağı indikten sonra Selimiye'nin yanındaki parklardan birine parkedip, üstümüzü değiştirmek üzere tarihi bedestende yer arıyoruz.
İçeri girince tatlı bir serinlik hissedip rahatlıyoruz, üstümüzü değiştirip, ayağımıza şıpıdı terliklerimizi giyiyoruz. Keyfimiz yerine geliyor, soğuk bir şeyler içtikten sonra Selimiye Camii'ni ve yanında müzeyi geziyoruz. Bilet gişesinin orada bakınıyoruz, neden sonra görevli bugün Bayram girişler ücretsiz diyor.İçeride çok enteresan şeyler var daha önce de gezmiştim diyorum Ahmet'e... Oradan çıkıp bir çay içiyoruz, bir zaman sonra karnımız acıkıyor, yürüyerek meşhur tava ciğercisine gidiyoruz, kapıda sıra bekliyoruz, 15 dakikadan sonra sıra bize geliyor. Edirne'nin o meşhur tava ciğerini, taze çıtır ekmek, sivri biber, şıra eşliğinde götürüyoruz.
Gözlükleri çantada unuttuğumdan ciğercide körler gibi güneş gözlüğüyle oturuyorum. Sonra geze geze muhabbet ede ede tekrar motorların yanına geliyoruz. Selimiye harika gözüküyor, bir kaç poz foto çektiriyoruz. Motorların yanına çocuklar gelmiş, biraz onlarla konuşuyoruz. Hava çok sıcak gölgede oturuyoruz, bu şekilde yola çıkılmaz, çıksak da gidemeyiz. Bir zaman sonra hava bozmaya başlıyor, kara bulutlar etrafı sarıyor. Biz de mal bulmuş mağribi gibi sevinip hemen giyinmeye başlıyoruz. Bir saat önce derdimiz aşırı sıcakken, şimdi fırtınaya yakalanmayalım oluyor.
Motorlara binip geldiğimiz yoldan tekrar ana yola çıkıyoruz. Yol çalışması devam ediyor, benzincide durup depoları dolduruyoruz. Sonra yola koyuluyoruz, geri dönüşte hava bir açılıp bir kapanıyor, bir kaç yerde hafif serpiştiriyor ancak bizi etkileyen bir şey olmuyor. Gişelerde trafik var, bayram ziyaretlerine gidenler, geri dönenler... Öğleden sonra 16 :00 gibi İstanbul'da oluyoruz. Eylülde güzel bir gezi oluyor ancak yol sıcakta gerçekten çekilmiyor...

Monday, September 05, 2011

BİRAZ DA AKSESUAR

Bugün size kullanmaktan fevkalade keyif aldığım iki üründen bahsedeceğim. Biri montum diğeri de yazlık yarım botum. İkisini de yurtdışından aldım. Hem kısaca ürünlerden hem de getirme şeklinden bahsedeyim. Şimdiye kadar doğru aksesuarları bulana kadar çok para harcadığımdan iyi ürünleri buradan paylaşmanın iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Benim bir sürü aksesuar elimde kaldı, ya arkadaşlara hediye ediyorum ya da dolaplarda duruyor. Spidi Netwin H2Out Mont Montumu bu yazın başında amazon.com dan getirttim. Topkapı'dakı PTT gümrüğünde teslim ettiler. Kişisel kullanım mı yoksa ticari amaçla mı getirttiğimi sordular ben de kişisel kullanım deyince, koliyi teslim ettiler.
Montun bence en büyük özelliği hem yazlık hem de kışlık olması. İçliği taktığınızda en alasından kışlık bir mont oluyor, çıkarınca da gözenekli tam yazlık bir mont haline dönüşmesi. Gerçekten ayarını çok iyi tutturmuşlar. Diğer bir özellik tam göğüs korumaya sahip olması, tam göğse gelecek şekilde monta dört yerden çıt çıtla tutturuyor, fermuarı üstüne çekiyorsunuz. Özel bir maddeden yapılmış, oldukça özel bir madde, hafif ve sağlam. Sırt koruma, omuzlar ve dirsek koruma zaten standart olarak tüm montlarda var. Korumaların çok özel hafif bir maddeden yapılmış olması, ayrıca kumaşının da çok ince sentetik fiber elyaftan üretilmesi montu çok hafif yapmış. Normalde tam korumalı montlar oldukça ağır olur. Mont su geçirmiyor, ancak hava alıyor. İki farklı askıyla pantolona bağlanınca beliniz hiç açılmıyor. Gayet kullanışlı cepleri var ve oldukça şık tasarlanmış. Benim için diğer anlamlı bir özelliği de şu, cepleri gözenekli ince kumaştan yapıldığından, köprüden ya da gişelerden geçerken OGS cihazını cepten çıkarmak zorunda kalmıyorsunuz. OGS cihazını ön cama monte etmek durumunda da kalmıyorum. Sadece cebimde duruyor. Siz şimdi, "bu ne ya? motorlara OGS cihazı veriliyor mu?" diyeceksiniz.. Ancak ben önceden almıştım.
Tam Korumalı Yazlık Bot Dainese Scarpa Dyno İkinci ürünümüz tam korumalı ve tam yazlık yarım bot. Bahar ve yazın sıcak günlerinde motorcuların en önemli sorunlarından biri ayakkabı tercihi. Ayağı serin tutacak günlük ayakkabı giyseniz güvenli olmuyor, güvenli bir bot giyseniz ayaklarınız haşlanıyor. Gerçekten can sıkıcı bir durum. Ayakkabıyı Dainese geliştirmiş. Herşeyiyle bir yarış motoru ayakkabısı ancak o kadar güzel tasarlanmış ki, giymesi çok kolay, ayakta çok şık duruyor, gözenekleri sayesinde süper hava alıyor bu da sıcak havalarda süper bir konfor demek.
İncik kemikleri koruma, taban koruma, ön koruma herşey düşünülmüş. Bu ayakkabı Türkiye'de maalesef yok. TR de aksesuar satanlar genelde 3-5 sene önce getirdikleri stokları eritme derdinde olduklarından yeni modelleri pek getirmiyorlar.

Friday, September 02, 2011

AGVA (Halil Prodüksiyon)

YOLLAR, KIVRIMLAR, AĞVA, TRİO

İznik seferinden sonra kamera çekimi için Şile Yolunda buluşacağımızı söylemiştim. 2 hafta önce pazar sabahı buluşup Şile yoluna doğru yola çıktık. Bu trionun Halil ayrılmadan önce son gezisi olacak. Hem çekim yapacak, hem de ne geziydi diyeceğimiz bir gün yaşayacağız. Sabah erken, Ahmet beni almak için siteye kadar girmiş, Halil ileride Şile Yolundaki 2. Shell istasyonun orada bizi bekliyor. Halil'le buluşup çekime başlıyoruz. Halil önde çekim yapıyor, biz arkadayız, anayolda Halil, Şile - Ağva arasında da ben kamerayı giyeceğim. Haftasonu olduğundan günübirlikçiler çok, yol boyunca bir sürü araba var, biz hepsinin sağından solundan geçiyoruz. Hızımız 100 km/s civarında.

KAYITTAYIZ!

İznik çekimlerinden ders aldık, artık prodüksiyonda daha tecrübeliyiz, biz aktörler olarak Ahmet'le kameraya daha yakın duruyoruz. Yaklaşık 15 mt arkadan takip ediyoruz. Hatta mesafeyi zamanla daha da kısaltıyoruz. Önce ben önden gidiyorum, sonra Ahmet öne geçiyor böyle nöbetleşe nöbetleşe kadraja giriyoruz. Aslında bu yol benim ayak yolum gibi hem daha hızlı hem de daha çok yatırarak gitmek istiyorum ancak kamera kayıtta.

Hava açık, hafif bulutlu, aşırı sıcak değil, biraz rüzgar var, bu yaz motorcular için muhteşem bir yazdı. Umarım herkes istediği kadar gezebilme fırsatı bulmuştur. Trafik var ancak aşırı sıkışmıyoruz. Böyle araçları birer birer geçe geçe Işık Üniversitesi Kampüsüne kadar geliyoruz. Yolda inşaatlar var, gece gündüz çalışıyorlar, haftaya başbakan yolun açılışını yapacakmış, bu yüzden kalabalık bir grup çalışıyor.

Şile'ye girmeden ben de diğerleri de tam olarak nereye gideceğimizi bilmiyoruz ancak Halil tali yolları daha çok seviyor bu sebeple, Ağva yolunu tutuyoruz. Halil'i kendi sevdiği yolda çekeceğiz. Bu çekimde de heyecanlıyım çünkü başarabilirsek videoyu bloga ekleyeceğim,siz de izleyebileceksiniz, dolayısıyla iyi çıkması bizim için önemli.

İznik'ten dönerken Halil dar köy yollarını daha çok sevdiğini söylüyor, ben de bilmiş bilmiş, "Ağva-Kandıra yolu süper" vs diyorum çocukcağız ses çıkarmıyor, "tamam abi gidelim" diyor. Ben Şile'den sonra Ağva yoluna saparken hangi yola gireceğimi kestiremiyorum Halil abi beni takip et diyor. Meğer arkadaşlar defaatle gelmişler halbuki ben sadece bir kere Ağva'dan Kandıraya oradan da Kocaeli'ne geçmiştim. Yolların detaylarını hatırlamıyorum.

Neyse Ağva yoluna bağlanıyoruz. Yolda uygun bir yerde(sanıyorum bir köy bakkalı ya da kahvesinin önünde) durup kaskları değiştiriyoruz. Halil'in kaskı alıp takıyorum ve Halil kaydı başlatıyor bu arada kask mikrofonlu olduğundan Ahmet'le konuşuyoruz. Halil de mikrofon yok konuşamıyor, biz Ahmet'le havadan sudan, virajlardan, esnaflıktan vs konuşuyoruz. Birara Ahmet bana "abi sen bizden bayağı önde gidiyorsun, kamera bizi çekmiyor diyor" aklım başıma gelip yavaşlıyorum. Doğru ya! adamları çekiyorum güya.

Yavaş yavaş, kıvrıla kıvrıla, köylerin, tarlaların, ağaçların içinden geçiyoruz. Bu yol çok güzel, fazla dar, fazla kıvrımlı, 3-5 dakikada bir araç geçiyor ya da önümüze çıkıyor. Temiz havayı çiğerlerimize çekiyoruz, her taraf yemyeşil, kuşlar cıvıldıyor, hafif bir rüzgar insanı serinletiyor. Ne güzel şey bu? Gerçekten ne güzel? Sıcak bir günde serin sulara dalmak gibi, uçmak gibi keyif veren bir şey.

Halil müzik açıp dinliyor, biz Ahmet'le geyiğin kıvamını artırıyoruz. Mikrofonla konuşmak çok hoşmuş, ayrıca insanın dikkatini de dağıtmıyor. Aksine bir çok konuda birbirimizi uyarmak fırsatı oluyor. Mesela ben önde giderken gördüğümü hemen ona aktarıyorum " çukur var, yol ıslak vs" o arkadan araç geliyorsa ya da benim farketmediğim bir şey varsa uyarıyor. Birbirimizi uyanık tutuyoruz.

Yolda bazı kamyonların arkasına takılıp kaldığımız oluyor, yol hem çok kıvrımlı hem de çok dar. Geçmek oldukça tehlikeli olabilir. Böyle gide gide en sonunda sıkılıp tarla kenarında bir yere parkediyoruz, Halil'in kask kafamı çok sıktı, artık başım ağrımaya başladı. Halbuki Halil'in cüsse de benim 1,5 katım, ancak kask işte! kimin kafasına oturacağı kiminkini sıkacağı belli olmuyor.

Kıvrıla kıvrıla düşük hızda ilerlemek iyi güzel de bir yerden sonra insan sıkılıyor. Bizim motorlar basıp gitmek istiyor, Üçümüz de bu yoldan artık sıkıldık. Bir yer bulalım oturalım dedik. Neyse Ağva'ya az kalmış, motorları çalıştırıp bir süre daha devam ediyoruz. Bu arada kaskları değiştirdik, çekimler sona erdi. Oh be dünya varmış. Ağva girişine geliyoruz, sahile kıvrılıp bir yol kenarında bambu ağaçlarının altına parkedip oturuyoruz.



Daha sonra her zamanki gibi motorlardan, gezilerden, Amerika seyahatinden, biraz Cem Yılmaz esprilerinden, Halil'in siteyi nasıl seçtiğinden, ayrılığa 1 hafta kaldığından vs vs konuşuyoruz. Yorulduk iyi oturmamız lazım ancak ne bir tesis ne de güzel bir ağaç altı var. Rüzgarı yiyince biraz rahatlıyoruz. Orada oturmaktan sıkılınca iskeleye doğru yürüyoruz, herkes plaj kıyafetinde biz botlarla, pantolonlar vs halindeyiz. Bu arada iskeleye bir supersport kawasaki- Ninja'ydı sanıyorum- bir de Harley Sportster parketmiş. İnsanlar yüzüyorlar, hava güzel, deniz sakin süper bir ortam. Ben yüzmek çok güzel olur diyorum, Ahmet bende malzeme var diyor. Halil şu anda yüzmenin pek iyi bir tercih olmayacağını belirtiyor. İskelenin ucunda bir süre oturuyoruz. Keyifli ve güzel bir sohbet oluyor. Gezmek çok güzel ancak gezileri unutulmaz kılan aradaki kısa sohbetler. 1 saate yakın oturduk, gelen geçen motorlara bakıyor artık ilgilenmiyoruz.



İskelede yeterince oturduktan sonra motorlara doğru yürümeye başladık, birara birisi geri dönerken Şile yolundan dönelim daha kısa sürüyor vs dedi. Ben bunu hafızaya kaydettim ya hiç kaçarı yok Şile yoluna döneceğim. Netekim geri dönüşte iki kere yanlış yola saptım. Birinde yola girdim kısa süre sonra köprü üzerinden dönüp geldim. Bir diğerinde de Şile yazısından sapınca motoru çevirecek yer bulamadım yol aşağı doğru indikçe iniyor, sonra bir yeri gözüme kestirdim ancak yol sola eğimli direksiyonu sola çevirince tam dönemedim kendimi geri de çekemedim, Ahmet gelip beni kurtardı ancak öyle dönebildim.




KIVRIM EFKAR İLİŞKİSİ
Geri dönüşte iyice sıkıldığımızdan herkesin gazlamaya başladı. Önce Ahmet sonra, Halil, anayola çıkınca da ben. Kısacası dönüşü daha yüksek bir hızla yaptık. Anayola çıkıp Şile ye gelince verdim gazı bu yolu hem iyi biliyorum hem de -RT ye daha çok alıştığım için- limitlerini biraz daha test edebiliyorum. Yolda gelirken motoru yatırma muhabbeti yaptık, ben de merak ettim acaba ne kadar yatırabiliyorum diye. 130 km/s hızla Şile yolu pek zevkli oluyor, hele o virajlar yok mu? Kıvrımlı bir yolun dağıtmayacağı efkar yoktur. Motoru da iyi yatırıyorum arkamda Ahmet onun arkasında Halil var. Bir kaç yerde motorun limitlerini iyi zorladım, Işık Üniversitesi kampüsü ile tepedeki Jandarma Kontrol noktasına kadar olan yolda bu çevredeki en iyi virajlar var. Birinde arka tekerin fazla zorlandığını hissettim hafif sendeletecek kadar. ST 1300 olsaydı limitleri biraz daha zorlardım ancak RT ile bu kadar oluyor.

Arkadaşlar "abi sen bu yolu ezberlemişsin, motoru da iyi yatırıyorsun" dediler. Haklılar ama bu yolu da kaç kere gidip geldiğimi bir bilseler? Gerçekten artık nerede ne var santim santim biliyorum. Hele şu duble yol tamamen bitip açılırsa bu yolun tadından yenmez. O anı aylardır sabırsızlıkla bekliyoruz. Hala inşaatlar devam ediyor.

Neyse Çekmeköy sapağına gelince sağa çekip parkettik, Halil gitmeden bir akşam tekrar görüşmek üzere sözleşip ayrıldık. Hepimiz çekimlerin nasıl olduğunu çok merak ediyoruz. Bir kaç gün sabretmemiz gerekecek.


Monday, August 22, 2011

İZNİKTE KÖFTE YEMEYE

Köftehor


Trio ile iyi ekip olduk. Geç tanıştık, çabuk ayrılıyoruz. Madem az zaman kaldı, gezebildiğimiz kadar gezelim, diyoruz. Geçen hafta, Ahmet aradı, "Abi, biz geçenlerde İznik'te köfteci Yusuf'a gittik, tekrar iftara gidebiliriz" dedi. Ben de hiç tereddüt etmeden gidelim dedim. Cuma akşamı saat 17:00 civarında Bostancı köprüsünün altında buluşmak üzere sözleştik. Hem havanın sıcak olmasından hem de cuma akşamları İstanbul trafiğinden, biraz endişeliydim.

Saat 16 30 civarında işten çıktım, otoparka gidip üstümü giyindim. Bu sıcakta trafikte tın tın gideceğim, yine ter içinde sırılsıklam olacağım diye düşündüm. Yola çıkınca trafik, beklediğim kadar sıkışık değildi. Bu İstanbul trafiği gerçekten tam bir muamma, ne zaman, nerede trafik olacak ya da olmayacak hiç tahmin edilemiyor. Bazı günler inanılmaz trafik oluyor, bazı günler de garip bir şekilde köprü bile boş oluyor.

Neyse, bir gazla köprüyü geçtim, sıcak ama rahatsız etmiyor, nem yok, Altunizade'den bostancıya E 5 e bağlandım. Buradan da oldum olası tedirgin olmuşumdur. Dönüşte keskin bir viraj var, sol tarafı çok hızlı ilerliyor, sağ tarafta sürekli dolmuş ve otobüsler yolcu alıp, indiriyor,bir tarafı çok hızlı bir tarafı çok yavaş, arada sürekli zik zak yapan magandalar vs.

Bostancı köprüsüne gelince sağ tarafın otobüs ve dolmuşlarla çok kalabalık olduğunu görüp içeri girmeden köprünün orta kısmında gölgede durdum, ancak uygun bir yer değildi, biraz ilerleyip tekrar içeri girmeye çalıştım. Baktım Ahmet kardeşim gelmiş, giyiniyor. 5 dakika bekledikten sonra Halil de geldi, biraz laflayıp yola koyulduk.

Topçulara kadar yol kalabalıktı, bir süre kimseyi geçmeden ben önde gittim ancak daha sonra çok sıkıcı oldu, ve içimizdeki en karagözlü adam Halil kardeşim öne geçti, başladı milleti sağdan soldan geçmeye, biz de arkasındayız. Böyle topçular girişine kadar geldik, içeri kıvrılınca, Ahmet, yeni aldığı lastikleri test etmek için bastı gaza. Aslında test için olabilecek en yanlış yer ama yine de Ahmet gazladı. Bu yokuşta feribottan inenler aşağıdan yukarı deli gibi kullandıklarından dikkat etmek gerekiyor. Biz yavaş yavaş indik, zaten Halil'in virajlardan tedirginliği var, ben de trafikte tırsıyorum. İleride Ahmet, bir otomobille burun buruna gelmiş, biz görmedik ancak feribotta anlattı. Her zaman dikkat etmek gerekiyor.

Kolaylıkla feribota biniyoruz, biner binmez feribot hareket ediyor, motorları orta sehpaya aldık montları çıkardık, üfül üfül feribotun ön tarafına geçtik. İstanbul'dan çıkmak, denizi görmek, o rüzgarı ciğerlerde hissetmek ne güzel. Yıllardan beri gezecek kafa birilerini arıyorum, sonunda buldum, ama biri bayramdan sonra ayrılıyor. Buna da şükür ne diyelim? ya hiç tanışmamış olsak?

Feribotun üst katına çıkıp öne geçiyoruz, bu sırada yanımızdaki gençten yardım isteyip bir fotoğraf çektiriyoruz. Arkadaşlar her zamanki gibi neşeli, Halil her zamanki gibi esprili ve matrak. Ahmet den de çok ince espriler çıkıyor. Esnafın iyisi hem uyumlu, hem yumuşak huylu, hem de esprili olur. Bizim Ahmet de öyle işte. Biraz motorlardan konuşuyoruz, yeni BMW F 800 GS, Halil'in Amerika'da alacağı K1600 GT vs. Sonra, Halil'i Amerika'da ziyaret planları yapıyoruz. Orlando - Key West arası rota, kim hangi motora binecek, hangi mevsimde gideceğiz, neleri götüreceğiz, kaça mal olacak vs vs. derken feribot sahile yaklaşmaya başlıyor.



O ana kadar nereye gideceğimizi tam olarak hala kafamda canlandıramıyorum. Halil yolda çekim yapmak için kamera getirmiş. Kaskının üzerine ters monte edecek, o önden gidip bizi çekecek. Bunun için heyecanlıyız. Yola çıkınca çekim başlıyor, Yalova'ya kadar trafikle ilerliyoruz, yol kalabalık gibi. Bir çok kamyon var. Sonra şehir içinden bursa yoluna bağlanıyoruz, yoldaki Shell'den benzin alıp devam ediyoruz çekim devam ediyor.

Eskiden motorla gezenleri gördükçe hayranlık duyardım, dışarıdan bakınca güzel gözüküyor, hele de yol virajlı bir yolda kıvrılarak ilerliyorsa. Motora binmeye başlayınca, güzel rotada keşke nasıl yatırdığımı da görebilsem diye bir çekim arzusu oluştu. Uzun zamandır birilerini ayarlayıp bir çekim yapmayı istiyordum. Tek başına giderken ön cama kamera takıp çekim yaptığınızda sadece yolun görüntüsü ve motorun gürültüsü var. Ne siz ne de motor varsınız. Dışarıdan birilerine çekim yaptırsanız o da bir prodüksiyon işi demek, hem pahalı hem de bir sürü düzenek hazırlamak lazım. En kralı Halil'in prodüksiyonu...

Kaska yerleştirdiği ters kamerayla o önde biz iki motor arkadayız. Küçücük bir kamera ancak fiyatı 1000 usd civarında. Uzun süre kayıt yapabiliyor, kaliteli bir lensi var. Yalova'dan Orhangazi'ye doğru kıvrım kıvrım yollardan geçiyoruz. Bizi çekiyorsa iyi de havayı çekiyorsa kötü diye geçiriyorum içimden. Ayrıca kadraj içinde kalalım diye çok yaklaşmıyoruz. Döne döne Orhangazi'ye geliyoruz sonra ilk sapaktan İznik yoluna bağlanıyoruz. Burada Orhangazi düzlüğüne varmadan harika bir viraj var. Tepedeki benzinciyle düzlüğün arasında önce sağa aşağı, sonra sola yukarı harika bir yarım 8 çiziyorsunuz. Bu arada güzel ve kısa bir çekim olsa yeter, çünkü bloga çık büyük bir dosya upload edemeyiz. Orhangazi ışıkların oradaki göbeğe geliyoruz. İlk sola dönüyoruz. Buraya dönünce anlıyorum ki İznik'e daha önce arkadaşlarla gelmiş, köfte yemiş ve açık havadaki ılıcaya girmiştik. Ancak o zaman Kocaeli'den İznik'e geçip, İznik'ten İstanbul'a geçmiştik.

Yol çok güzel, meyve bahçelerinin, tarlaların arasında bazen kıvrılıp bazen uzun düzlüklerde ilerliyoruz. Hava temiz, mis gibi bağ bahçe kokuyor, insanın ciğerlerine doluyor, güneş bizi hiç rahatsız etmeden batmaya hazırlanıyor. Yolda bazen konvoylarla bazen traktörlerle karşılaşıp gazlayıp geçiyoruz. Oruçlu olduğumuzdan hafif enerjimiz düşük ama yine de çok keyifli. Nispeten kısa bir yolculuk yapıyoruz, ancak bu zamanda ancak bu kadar. Neden sonra İznik içine giriyoruz. Şehir içine girince pek çok insanın scooter kullandığını görüyorum, bazıları bizi sollayıp geçiyor. Motorsiklet ve scooter kullanım işi Türkiye'de güvenli bir şekilde yaygınlaşmalı, İstanbul'da kullanım oranı % 10 civarına çıkmalı diye düşünüyorum.

Motorları köfteci Yusuf'un önüne çekiyoruz, garsonlar yardımcı oluyorlar, klasik soruları da hazır : "abi kaç yapıyor? bir araba fiyatı var mı abi?" üstümüzü değiştirip, elimizi yüzümüzü yıkayıp, masalarımıza oturuyoruz. Köfteci Yusuf çok meşhur bir yer dolayısıyla önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Sağolsun bu işi Halil önceden ayarlamış. İftara 20 dakika kala, Halil laptopunu getiriyor ve kayıtları mac'e atıyor. Birlikte izliyoruz, gerçekten harika çekim olmuş, virajlarda harika çıkmışız, hatta daha yakın takip etseymişiz tam süper olacakmış. Bu arada arkadaşlar bana "abi kollarını kasıyorsun? omuzların ağrımıyor mu?" diyorlar ben de görüntüye bakıyorum gerçekten robot gibi gidiyorum. Omuzlarım ve kollarım ciddi ağrımış. Bazen stres olduğumun farkında bile olmuyorum. Stres olunca da direkt beden diline yansıyor.

Bu çekim çok güzel oldu, ancak Halil'i hiç çekemedik, dolayısıyla Pazar günü Şile programında biz de seni çekeriz deyip, Pazar günü buluşmak üzere sözleşiyoruz.

Neden sonra sofranın farkına varıyoruz, Halil : "abi çek şu masanın halini blogta lazım olur" diyor, gülüyoruz. İftara bir kaç dakika kala masamızda yüzümüzü güldürecek herşey var, en alasından köftemiz, piyazımız, yoğurdumuz, şıralarımız, mis gibi kokan pidemiz, çorbamız... Allah be! diyorum. O açlıkla masada ne varsa, bir çırpıda süpürüyoruz. Yemekten sonra, (fotosunu çekmeyi unuttum) o enfes kaymaklı ekmek kadayıfına çayla birlikte yumuluyoruz. Halil buranın köftesine bayılıyor, "Bolu'ya gittiğimiz gece bu köfte için 100 km daha gitmeye razıydım" diyor.


Biz yemek yerken motorların başına garsonlar, yoldan geçenler üşüşüyor. Çocuklar motora binmeye çalışıyorlar. Zannediyorum fotoğraf çektiriyorlar. En ilginci de bir grup teyze, teravih öncesi motorları inceliyorlar.


Yemekten sonra hazırlanıp, sahile nargile içmeye gidiyoruz. Önce bir sahil turu, sonra motorları kaldırıma bırakıp nargileciye geçiyoruz. Muhabbetin tadına doyum olmuyor. Konu biraz vatan millet mevzuları, biraz da yapacağımız Amerika gezisinin detayları. Neyi nerden alırız, bir sonraki geziyi nereye yaparız? Eşler ve çocukları ne yapar? Onlara güzel bir alternatif nasıl üretiriz? Sanki Amerika'ya gidip gelmiş gibi oluyoruz. Bizim grup birbirini gaza getiriyor. Halil, o gazın etkisiyle, GT'yle Michigan'dan Orlando'ya kışın tek başına geliyor vs.. Yalan yok bu konuda birbirimizi acaip gaza getiriyoruz.

Saat 11 30 a gelince, gençlere yola çıkalım benim işim var diyorum. Üstümüzü giyinip çıkıyoruz yola. Bolu'daki gibi hafif bir serinlik çöküyor, ayrıca biraz da uykumuz geliyor. Halil önde, ben ortada, her zamanki gibi Ahmetciğim grubun kontrolörü.. Soğuk ve uykusuzluk konforu azaltıyor, bu sebeple İznik - Orhangazi yolu olduğundan daha uzun geliyor. Yolda virajlara biraz da Halil'in etkisiyle daha temkinli giriyoruz. Halil'in viraj endişesi olduğunu söylemiştim, Ahmet'in de yokuş aşağı giderken endişesi oluyormuş. Ben de şehir içinde trafikte kitlenip kalıyorum. Gördüğünüz gibi herkesin bir fobisi var. Sebebini araştırmak lazım, fobi bazen çocukluğa bazen de arabayla yaşanılan bir olaya dayanıyor olabilir. Üzerine gitmek lazım.

Orhangazi'nin düzlüğünde Ahmet ve Halil veriyorlar gazı, ben ne olduğunu bile anlamıyor, yetişmeye çalışıyorum. Sonra keskin viraja gelince herkes yavaşlıyor, hem yokuş aşağı hem de viraj. Öne ben geçiyorum. Yolda bir sürü kamyon, otobüs, ve otomobil birbirini geçiyor. Yolun aydınlatması bitiyor, karanlık ve karşıdan gelen araçların farları insanı rahatsız ediyor. Ben bu durumdan kurtulmak için basıyorum gaza, kıvrıla kıvrıla Yalova'ya doğru iniyoruz. Bu yol aslında çok hoş ancak sürekli bir inşaat durumu var. Daha bittiğini görmedim. Güvenli sürüşü seviyorum, ama adrenalini daha çok seviyorum. Karanlıkta, hem de böyle virajlı bir yolda hızlı gitmeye çalışmak pek akıllıca değil aslında. Bir zaman sonra arkadaki arkadaşları göremediğimi farkedip yavaşlıyorum, ileriden farlarını görüyorum. Zaten yalovanın düzlüğüne geliyoruz. Yalova'dan sonra Eskihisar'a doğru kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Bu yolda bir sürü kamyonun hızla ilerlediği, karanlık, yan tarafta beton blokları olan ürkütücü bir yol.

Neyse, hızlıca Feribot'a geliyoruz, içeri parkedince yine hemen hareket ediyor. Bugün şanslı günümüzdeyiz. Biz yine inip başlıyoruz sohbete. Gezmekten benimle aynı derecede zevk alan, her an gezmeye istekli arkadaşları görmek garip geliyor. Demek ki benim gibisi varmış diyor insan. Bir şeyin ortak bir zevk olması çok güzel, böyle anlar birlikte paylaşınca hem daha anlamlı hem de daha zevkli oluyor.

Saat 01 30 civarında Feribot'dan çıkıyoruz, ben inmeden "acelem var, saat 03 00 te kavacıkta olmam lazım" deyip izin istiyorum. Yola çıkınca en sol şeritten gazlaya gazlaya Kavacık'a kadar geliyorum, arkadaşlar oraya kadar takip ediyor, sonra Ataşehir çıkışından ayrılıyorlar. Bunun farkına varıp arkadaşları arıyorum. Pazar buluşmak üzere vedalaşıp ayrılıyoruz.

Ümraniye-Şile yolundan içeri girince yolun kapalı olduğunu görüyorum mecburen tekrar Ümraniye'den dönüp, Sabiha Gökçen yoluna dönüyorum. Bu arada tepeüstünde dönüp dolaşmam dakikalar alıyor. IMES'in ara sokaklarından Çekmeköy'e bağlanıyorum. İn-cin top oynuyor.Siteye girerken saat 02 15 gereksiz yere bir sürü dolandım. Motoru parkettiğimde artık elimin uyuştuğunu hissediyorum, yorulmuşum, üşümüşüm ve sırtım ağrıyor. Eve gelip üstümü değiştirirken yine de çok güzel bir yol oldu diye düşünüyorum.

Herkesin heyecanla Pazar'ı beklediğine eminim, ne garip bir zevk, yorgunluktan bitmiş olduğumuz anda bile bir sonraki seferi düşünüyoruz.

Monday, August 15, 2011

ST 1300 - R 1200 RT KIYASI



Kıyaslamak Doğru Değil Geyiği
Efendiiiim, gelelim şu bizim meşhur konuya, iki makinenin kıyasına. Öncelikle 2 senede ST 1300 le 12.000 km yaz/kış yol yaptım. RT nin yenisiyim. Daha sağlıklı bir analiz için biraz daha zaman geçmesi gerekebilir ancak ben şimdiden yazmaya başladım, zaman içinde revize eder, eklemeler yaparım. Nasıl kıyas yapacağımı sayayım, motor, oturuş şekli ve ağırlık merkezi, virajlar, konfor, şehir içi kullanım, şehirlerarası kullanım,yakıt, servis ve bakım kolaylığı vs vs.... Gördüğünüz gibi bir çok farklı nokta bulunabiliyor.

Motor
R 1200 RT çift silindirli, Hava/yağ soğutmalı, yatık, 4 zamanlı boxer motor kullanmış ve 6 vites var, 110 beygirlik motoru kısa mesafede hızlandırmak için sürekli vites artırmanız gerekiyor. Tuhaftır iki motor da yaklaşık aynı tork (RT 115, ST 117) üretmesine rağmen BMW ile 200 kms nin üzerindeki hızlara çıkabilmek için yokuş aşağı gidiyor olmanız gerekiyor, yoksa bayağı bir zorlanıyorsunuz. ST 1300 4 silindirli gövdeye dikey yerleştirilmiş V motor kullanmış, toplam 5 vitesi var. 117 beygirlik motoru 3. viteste 120 kms ye çıkabiliyorsunuz. V4 1300 motor gazı verdiğinizde uçmaya hazır. 200 kms üzerine rahatlıkla çıkıyor. Ancak böyle bir şeye gerek var mı? diye kritik bir soru sorduğunuzda verilecek cevap bulunamıyor. Ayrıca bmw deki boxer motor hava ve yağ soğutmalı olduğundan, 6 dakikadan fazla boşta çalıştırılırsa hararet yapıyor.

Dizayn

Motora oturuş şeklinden bile temel farklılığı anlıyorsunuz, RT yatay çift silindir motorla ağırlık merkezini şasiye dengeli bir şekilde dağıtmış. Motora bindiğinizde direksiyonun çok hafif olduğunu, motoru yönlendirmekte zorlanmadığınızı ve kesinlikle daha hafif bir makineye bindiğinizi anlıyorsunuz. ST 1300 V4 motoru dikey monte etmiş, ağırlık merkezi yukarıda, bu da direksiyonu çok ağırlaştırıyor, düşük hızlarda motor çok kolaylıkla yatıyor, benim gibi 70 kg ve 1.70 cm deki birinin, 320 kg lik bir aleti, her zeminde kontrol etmesi pek kolay değil.

Güvenlik ve Virajlar
ST ile virajlarda genelde bir sorun olmuyor ancak motor bazen kendini dışarı savuruyor, bunu da yine ağırlık merkezinin yukarıda olmasına bağlıyorum. Virajda tutmak için direksiyonu daha yatırmanız ve motoru tutup virajın içine çekmeniz gerekebiliyor. Bir anlamda viraj performansı önemli oranda sürücü kontrolünde. Bu da adrenali yüksek sürüş anlamına geliyor, kimileri bundan hoşlanıyor. RT ESA sayesinde neredeyse uğraştırmıyor, ST ye alışmış birisi, virajlarda kontrolünün daha çok kendinde olması gerektiğini düşünse de RT sürücüye "ben hallederim keyfine bak" diyor.

Konfor

RT konfor için tasarlanmış, ekstra donanımlı bir aletse yolculuk çok keyifli hale geliyor. Endişe etmeden keyfinize bakıyorsunuz. ST de hep bir teyakkuz(dikkat) hali var. Ayrıca RT nin donanımları çok üstün, ST 1300'de neredeyse hiçbir şey yok. RT nin cruizer, radyo, cd çaları, mp3 girişi, adaptörler, elcik ve koltuk ısıtma sistemi, yola göre ayarlanan elektronik süspansiyon ayarları konforu en üst noktaya çıkarıyor. ST'nin ön cam seviyesi rüzgarı daha iyi kesiyor, sürücü de artçı da rahat ediyor. RT de ön cam seviyesini biraz aşağıda tutmuşlar, ön panelin geniş bir alana yayılması sebebiyle ön cam ve sürücü arasına yine de rüzgar giriyor.

Şehiriçi Kullanım

İstanbul trafiğinde touring bir motorla hem de çantalar varsa yolculuk oldukça zahmetli olabilir. Motor hem büyük hem de ağır. Hava sıcaksa ter içinde sırılsıklam kalırsınız. Trafiğin duruş kalkışları arasında motoru yatırmamak, ayrıca aralardan geçebilmek maharet ister. Ben yaz ayında tüm cuma günleri işe motorla gidip geliyorum. ST 1300 le motoru yatırdığım olmuştur ancak acemiliği ST gibi ağır bir makineyle atlatınca RT daha rahat geliyor. Genel itibariyle şehir içinde kullanımda bir sorun yok ikisi de dur/kalklardan dolayı benzin tüketimini maximuma çıkarıyor.

Şehirlerarası Kullanım

Şehirlerarası kullanımda yakıt tüketimi ve konfor deyince RT tartışmasız daha önde ancak bazen ani hızlanma gerektiren durumlarda ST'nin performansını aramıyor değilim. ST de motorun yerleştirildiği yer dolayısıyla, motordan çıkan sıcak hava direkt bacaklara vuruyor. Bu da sıcak havalarda inanılmaz bir konfor problemi doğuruyor.

Servis ve Bakım Kolaylığı
Borusan hakkında pek çok hikayeler duymuşsunuzdur, yedek parçanın gelme süresi, servis ücretleri, personelin tavrı tarzı konusunda arkadaşlardan bir çok hikayeler dinledim. Henüz kendim tecrübe etmiş değilim ancak Borusan'ın müşteri memnuniyeti konusunda kötü bir reputasyonu olduğu ve daha elitist davrandığı bir gerçek. Bunun yanında Honda bakım yapılmasa da neredeyse sorun çıkarmayan bir alet. Yedek parçanın hazır oluşu ayrıca fiyatı, Honda Türkiye'nin yakın ilgi alakası, Mototal gibi tecrübeli bir şirketin bakım konusundaki hassasiyeti bu konuda Honda'yı marka olarak öne çıkarıyor.

En son olarak toplam performansta RT, ST'ye büyük bir üstünlük kuruyor. RT konforlu bir SUV otomobil gibi, ST kesinlikle bir performans aracı.

ILK GECE SURUSUM



GECE SURUSU

Havalar sıcak olunca arkadaşalarla gece yolculuğuna çıkalım dedik. Ağustosta gündüzleri hem aşırı sıcak hem de ramazan ayı olduğundan, uzun yola çıkmak kimsenin aklına gelmiyor. Binmesek kendi kendimizi yiyip bitiriyoruz. Dolayısıyla kafaya koyduk bir yerlere gideceğiz diye. Akşam saat 23.00 olunca arkadaşlarla Meydan Sturbucks'ta buluştuk. D&R in oraya gelince yan sehpayı açmaya çalıştım, açtığımı da gördüm motoru yana doğru bırakınca baktım motor yana yattı. Bismillah! dakika bir gol bir gibi oldu. Yan sehpa geri kapanmış ve motor yatmıştı, neyse hafif bir yatma olduğundan yan çanta hafif çizildi. Bir terslik mi var diye düşündüm ancak sonra büyütmedim. Starbucks'ta birer kahve içip, Edirne'ye mi gidelim yoksa Bolu'ya mı çıkalım konuştuk. Daha sonra kendimizi zorlamadan geri döneceğimiz, daha iyi bildiğimiz Bolu'ya doğru yola çıktık.

Yola çıkıp gidebildiğimiz kadar gidecek, çok uykumuz gelirse bir yerde durup uyuyacaktık. 2 RT, 1 Varadero'yla toplam 4 kişi yola çıktık. Ben ve Ahmet(varadero) yalnızız. Diğer RT de Halil'in artçısı İsmail kardeşimiz var. İlk defa birarada kullanıyoruz, diğer arkadaşlar birbirlerini çok iyi tanıyorlar ancak ben Halil'le yeni tanışıyorum. Çok hoş, insan canlısı bir arkadaş, hemen kanımız ısınıyor.

İstanbul cumartesi gecesi hep kalabalık oluyor, gişelere kadar sayısız kamyon yolda ilerliyor. Arkadaşlar benzin almamız ve lastiklerin havasına bakmamız lazım diyorlar. Mehmetçik Opet'de dururuz deyip ilerliyoruz. Gişelerden sonrası hala biraz kalabalık.Bir sürü kamyon ya birbirlerini geçiyorlar ya da sağda yavaş yavaş ilerliyorlar. İlerde Mehmetçik Vakfı Opet'de benzin alıyoruz ayrıca diğer RT nin lastiklerine hava bastırıyoruz. Gösterge hala biraz fark olduğunu söylüyor ancak lastikçi arkadaş kendi elindeki göstergeyle bizi ikna ediyor. Bu sırada Halil'den, RT hakkında merak ettiğim şeyleri soruyorum. Halil sayesinde hızlı, güzel bir oryantasyon yapmış oldum. Halil ve Ahmet'te bluetooth kulaklık var, yüzlerce metre mesafeden bile birbirleriyle konuşuyorlar. Öyle komik ki herseferinde Ahmet bana bir şey diyor zannediyorum sonra anlıyorum ki 150 mt ilerdeki Halil'e birşeyler anlatıyor.

Yolda en önde ben varım, daha sonra diğer RT en arkada vefakar, cefakar, güzel insan Ahmet kardeşim var. İhtiyaç oldukça hemen herkesin yardımına her zaman koşmaya hazır bir insan. Heryerde insanlar kendilerini belli ediyorlar, motor sürerken bile. Ortalama 120 km/s hızla başladık, yol aydınlık, karşı taraftan gelen arabaların farları pek rahatsız etmiyor. Hava aşırı sıcak değil. Sapanca'ya kadar gayet güzel yol aldık. Shell'e gelince arkadaşlar ne durumdalar bir konuşalım diye durup kısa bir mola verdik.. Herkes halinden çok memnun müthiş zevk alıyorlar.Halil'in motorunda artçı arkadaş İsmail yüksekte oturduğundan, ön cam rüzgarı yeterince kesmiyor. ismail ilk defa bir motor gezisine çıkmış, hem akşam geç saat, hem rüzgar yiyor. Hepimiz bu durumla biraz dalga geçiyoruz. Bu arada ilk defa birarada kullanmamıza rağmen, herkes tecrübeli olduğundan gayet uyumlu gidiyoruz.

O keyifle hadi bolu dağına kadar gidelim diyoruz, ancak bilmediğimiz bir şey var bolu dağına hala 100 kmden fazla var. Halbuki biz 30 dakika sonra kaynaşlıya geleceğimizi sanıyoruz. Ayrıca Sapanca gölünü geçtikten sonra, hava serinliyor ve rüzgar artıyor. Bizde yazlık kıyafetler olduğundan üşümeye başlıyoruz. Yol biraz can sıkmaya başlıyor. Zaten gecenin bir saati, ne kadar dinlenmiş olsak da uykumuz geliyor, karnımız acıkıyor, rüzgardan omuzlarım tutulacak yine... Yol bitse diye bakıyorum, ara gerçekten uzunmuş, kimse ses çıkarmıyor, yol alıyoruz. Neden sonra kaynaşlıya yaklaşıp gişelerden çıkıyoruz. Benim cebimde ogs var, arkadaşlarda kgs var, her gişelerden geçişte durup kalkmak durumunda kalıyorlar. Aslında motorlara OGS verilmiyor ancak ben gişedeki memura rica edip bir şekilde OGS almayı başarmıştım. Gişelerden geçerken çok rahat oluyor. Ağır motorlar, durup kalkarken, motoru sehpaya oturtup, eldivenleri çıkarıp, kgs yi bulmaya uğraşıyorsunuz. İster istemez arkadaki sıranın sabrı tükeniyor.


Gişelerden sonra bolu dağına doğru tırmanışa geçiyoruz, hava sıcaklığı 17 c e kadar düşüyor. Kıvrım kıvrım güzel bir yol ancak, hem gece, hem motor yeni, hem de uykuluyum, dolayısıyla düşer miyim? diye endişe ediyorum.Gece saat 03:20, İsmail'in yerinde duruyoruz, motorları bırakıp üstümüzü çıkarıp elimizi yüzümüzü yıkıyoruz.Biraz kendimize geliyoruz, güzel bir kahvaltı sofrası hazırlatıp başlıyoruz sahur yemeğine. Bir şey yiyip içince kendimize geliyoruz. Zannediyorum 10 bardak çay içmişimdir. Bir buçuk saat orada oturup, yiyip içip güzel sohbet ediyoruz. Hava hafiften aydınlanmaya başlıyor. Saat 5: 00 e geliyor. Ciddi serin bir hava biz de hala uyku tam olarak açılmadı. Neyse açılır deyip yola koyuluyoruz, kıvrıla kıvrıla inerken herkesin dikkatlice yavaş yavaş indiğini görüyorum. Benzin 1/4 i gösteriyor, yolda mutlaka almam lazım. Aşağıda kaynaşlıda Shell olduğunu hatırlıyorum, inerken sağa sola bakıyorum diğer bütün istasyonlar olmasına rağmen shell'i göremiyorum. O halde mecburen otobana giriyorum.

Yolda giderken cruizer'i yine 120 km/s ye sabitliyorum. Hava aydınlanıyor, güneş dağların arkasında, henüz gözükmüyor ama heryer aydınlık. Hala üşüyoruz. Arkadakiler 120 kms ile gitmekten sıkılmışlar ama bana bir şey demiyorlar, daha sonra öğreniyorum. Uykum açılsın diye gürültülü bir radyo kanalı buluyorum, son ses açıp veriyorum gazı. Ne durumda olursam olayım seviyorum motora binmeyi, her durumda her halde kullanmaya can atıyorum.

Benzin işareti yola girer girmez yandı, endişe ediyorum, gösterge Sapanca'ya kadar yeteceğini söylüyor. Uyumak istiyorum, üşüyorum, reflekslerim yerinde değil bu halde çok gidemeyeceğimi anlıyorum. 65 km sonra Taytem'e geliyoruz. Orada arkadaşlara ne haldesiniz diye soruyorum :"120 kms ile bayıldık abi diyorlar" Benim uykum geldi isterseniz şurada bir köşede biraz dinlenelim diyorum, hepsi baş sallıyorlar, belli ki onlar da aynı durumda. Motorları çekip, direksiyonları kilitleyip, uyuyacak yer arıyoruz. Bir yer bulup hepimiz uzandık, sırtım, omuzlarım rüzgar yemekten tutulmuş. Önce herkes birbirine bakıyor, daha sonra herkes uykuya dalıyor. Ben uyumakta zorlanıyorum, çünkü önce köpek havlıyor, sonra görevliler gelip bakıyorlar, daha sonra üşüyorum vs vs. Ancak uzanmak çok iyi geliyor. O halde 1,5 saat geçmiş sabahı 08 00 etmişiz. Baktım olacak gibi değil milleti zorla uyandırıyorum. Elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Uykumuz geçmiş, gayet güzel dinlenmişiz. Hava ısınmış.

Motorların başına geliyoruz, biraz jimnastik hareketleri yapıp, motora biniyorum. Benzin ışığı hala yanıyor. 97 oktan benzin bulamıyorum, Shell'e kadar idare edecek 95 oktan benzin alıp yola çıkıyoruz. Herşey güzel.

Shell'de tekrar durup depoyu dolduruyorum, sonra tekrar gaza basıp sırasıyla sapanca, tüneller, giderken, yoldaki asfalt yenileme çalışmaları nedeniyle Körfez çıkışından çıkıp eski yolu kullanıyoruz. Burası eski istanbul yolu, otoyola paralel kıvrım kıvrım dönen, manzarası güzel, trafiği bol bir yol. Asfaltı yenileyince gayet güzel olmuş. Işıklar, bağlantı yolları sebebiyle biraz trafiği var ancak rahat ilerliyoruz. Yol kıvrılıp Dilovası'nın sanayii bölgesinin içine kadar giriyor. Oraya girince yerleşimin tamamen fabrikalar ve dükkanlara göre olduğunu, bir düzen olmadığını, bu düzensizlikte insanların yaşamak zorunda bırakıldıklarını düşünüyorum. Hele çocuklar, burada nasıl yaşıyorlar? Fabrika bacalarından gözükmüyor, havası, suyu herşeyi farklı, bildiğim kadarıyla kansere yakalanma oranı da yüksek bir yer.

Anayola gişelerden bağlanınca Gebzenin düzlüğüne varıyoruz, buraya gelince İstanbul'a gelmiş gibi rahatlıyorum çünkü yol düz ve geniş. Bir sürü inişli çıkışlı, dar, trafikli yerlerden kurtulup sanki düz bir ovaya çıkmış gibi oluyorsunuz. Rüzgar sertleşiyor.

Buraya gelince artık herkes biraz serbest stil takılıyor, herkes artık yol bitsin diye uğraşıyor. Gişelere kadar orta şeritte kafamıza göre ilerliyoruz. Gişelerde artık ayrılma vakti geliyor. Gişelerde arkadaşlar KGS için duruyorlar. Ben ileride zabıtanın olduğu yere parkedip onları bekliyorum. Biraz sonra, Ahmet geliyor. Halil'i bekliyoruz, bir süre gelmeyince KGS sinde problem olduğunu öğreniyoruz. Üçümüz de toplanınca bir hatıra fotosu çektirip, ayrılıyoruz.






Friday, August 12, 2011

AKLINDA KALACAĞINA GARAJDA KALSIN R 1200 RT



SU YOLUNA AKAR
"Su yoluna akar" derler ya. Aynen öyle oldu, sonunda bir BMW R 1200 RT aldım. Aslında uzun zamandır ST 1300 - R 1200 RT kıyaslarını okuyor inceliyordum. Ayrıca Mototal'den sevgili kardeşim Engin Hanoğlu'na çeşitli tacizler yapıyordum, bana bir RT bulsun diye. Malumunuz RT yi alanlar genelde pek satmıyorlar, piyasada düşük km li fulldonanımlı RT'yi iyi bir fiyata bulmak pek kolay değil.

GAZ MEKANIZMASI
Bizim Engin iyi satışçıdır, iyi gaza getirir aynı zamanda kendi de iyi gaza gelir. Bir gün sen nasıl satışçısın, bunca zamandır bana bir RT bulmuyorsun diye damarına bir bastım. Basış o basış, ertesi hafta abi RT hazır, hemen parayı yatır dedi.Ben de hem Mototal'e hem de Engin'e çok güvendiğimden motoru görmeden parayı yatırdım. Görmeden RT almış olduk. Bir kaç gün sonra Engin motorun geldi deyince atlayıp gittim.

MASALLAH DEYIN

Motoru görünce aşık oldum desem yeri, 2008 model, daha 2.000 km de, ESA, ASC,Elcik ve koltuk ısıtma, cruizer, cd radyo çalar, ipod girişi, alarm sistemi, çantalar, motor koruma yok yok. Açık gri tertemiz bir alet. Bir önceki sahibi neredeyse hiç binmemiş. İyi fiyata da alınca keyfime diyecek kalmadı.

ST 1300'E VEDA

Ayrılıklar hep zordur, ST yle çok güzel geziler yaptım, anısı vardır. Gönlümde, garajda, komşuların gündeminde yeri ayrıdır. Güzel motorumu aldığım yere Mototal'e teslim ettim. Bu arada kendimi anlamsız bir şekilde ciddi sorguladım, benim için vefa önemlidir ancak bir makineye de vefa göstermek, garip gereksiz bir duygusallık gibi geliyordu. Ancak, insan kendisiyle ilgili herşeye sevgi gösteriyor ve bir gönül bağı kuruyor. Zor da olsa bir taze uğruna vefadar motorumu bırakıp yeni motoruma binip ayrılıyorum.

Yolda RT nin oldukça farklı bir makine olduğunu anlamam zor olmuyor ve dikkatlice eve kadar getirdikten sonra ertesi günkü gezimi planlıyorum.

TEST YOLU
Geçen hafta Cumartesi akşamı arkadaşlarla gece sürüşüne çıkacaktık, gündüzünde RT ile Şileye gittim. Bir motoru test etmek için daha güzel bir güzergah mutlaka vardır ancak İstanbul'da Şile yolu motorcuların cennetidir. Hemen binip Şile'ye kadar gidip geldim, RT nin dinamiklerini anlamaya çalıştım. Fren, denge, viraj alış, konfor, ağırlık merkezi, hız ve performans, neredeyse herşey farklı. Eve gelip gece sürüşü için dinlenmeye başladım. Heyecandan bir kaç saat uyuyabildim ancak kendimi yoracak, halsiz düşürecek bir şey de yapmadım.

Sunday, May 15, 2011

YALAN HABER VFR 1200 T


Pan'dan Sonrası Tufan
2010 yılından beri ST 1300 Pan European modeli bir çok ülkede satışı durdurdu. Sebebi de yeni bir modelin çıkacak olması. Yeni modelin adı VFR 1200 T, yanda resmi gözüken harika şey. VFR T nin hem daha hafif hem de çok daha teknolojik olması bekleniyor. Tabii fiyatının da ona göre olacağı kesin. Türkiye'ye gelmesi bakalım kaç yılı bulacak ancak imkan bulursam mutlaka almak istediğim bir motor olacağı kesin.

Ben de bu sene motoru değiştirmek istiyorum artık. Ya içimdeki R 1200 RT aşkını dindireceğim ya da böyle bir makine alıp yeni maceralara atılacağım. Keşke şu vergiler de biraz az olsa da motorlara daha yakın durabilsek...

İspanya, İtalya, Fransa gibi ülkelerde motorsiklet kullanımı çok yaygın hatta bazı şehirlerde ana ulaşım aracı motorlar. Keşke İstanbul'da da böyle bir politika uygulanabilse...

Friday, May 06, 2011

ILK MOTORUM


Motora ilk başladığımda siyah bir Honda Shadow aldım. Az kullanılmış, doktordan derler ya tam öyle. Bu motor 1200 km deydi. Etilerde estetik cerrahlık yapan bir doktor abiye aitti. Bizim filozof motor bakım ustası Ahmet Canberk Abi alıp gelmiş. Ahmet Abiye çok güvenirim, reddetmedim. Çok temiz henüz rodajdan çıkmamış bir motordu.

2,5 sene bu motora bindim. Çok fazla yol yapmamışımdır en fazla 6.000 km ama motora binmeyi bu alette öğrendiğimi söyleyebilirim. Çok keyifli, fevkalade sorunsuz bir motordur. Motora binmeyi sevgili kardeşim Hakan Bozkurt'tan öğrendim, çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir motor hocasıdır. Bu motorla en uzak Sapanca'ya gidebilmişimdir. Hem fazla hız yapamaz hem de yüksek hızda çok titretir. Dolayısıyla evden işe, ya da haftasonu Şile, ağva, kemerburgaz taraflarına gittiğim bir motordu.

Az kullanmış olmama rağmen bu motorla ciddi bir gönül bağımız oldu. Ben de vefa gösterip sitede bu emektar motora da yer vereyim dedim.

Friday, April 22, 2011

ARKADAŞLAR ŞİLE'Yİ SEVMEYEN VAR MI?






26 Mart günü uzun bir aradan sonra güneş kendini gösterdi. Bu sene havalar soğuk ve bulutlu geçiyor. Bu sebeple çok az motora binebildim. Havaların soğuğundan evlere tıkılıp kaldık resmen. Şeker kızımla dışarı çıkamadık, bisiklete binemedik, vs vs...

Fırsattan istifade o gün ailece güzel bir balkon kahvaltısı yaptık. Sonra şeker kızımla parka gittik, bisiklete bindik, 3-4 saat güzel oynadık. Zeynep uzun zamandır, grip, öksürüyor, hasta oluyor vs vs. Bugün güzelce çekinmeden oynadık çünkü hava 19 C ydi. O kadar oynamışız ki, eve gelince hemen koltuğa yığılıp uyuklamaya başladı. Ben de üzerini değiştirip, götürüp yatağına bıraktım. Bu gün ideal bir baba profili çiziyorum, bu sebeple mükafatımın motora binmek olduğunu söyleyip eşimden izin alıyorum. Sağolsun, böyle zamanlarda beni teşvik ediyor.

Hem istediklerini yapıp hem de görevlerini yerine getirmek gerçekten zor. Birinden fedakarlık yapmak gerekiyor. Eve kaliteli zaman ayırmak, güzel bir uyku çekmek, motora binip tüm stresi rüzgara salmak... Bu conflicting interests olayı çok iyi bir zamanlama gerektiriyor. Bugün bu zamanlamayı yapabildim.

Hemen üstümü giyip motorun başına indim, lastikleri kontrol edip, depoyu fulleyip, eski dostum Şile'ye doğru yola koyuldum. Bu yol ağır taşıt trafiğine, bazı yerlerdeki inşaatlarına rağmen bence en güzel rotalardan biri. İnişli çıkışlı, kıvrım kıvrım bir yol. Ayrıca rota olarak tatmin edici, ne kısa ne uzun. Dar zamanınız varsa en optimal rota.

Sırasıyla taşdelen sapağını ve Sabiha Gökçen'e geçen durakları geçiyorum. Şehrin kalabalığından sıyrılıp buraya gelince keyfiniz yerine geliyor. Yollar hemen kıvrılmaya başlıyor. Beni heyecanlandıran virajlar var burada.En heyecanlandıranı da hem inişin hem çıkışın olduğu baştaki viraj. Yüksek hızla döndüğünüzde ST 1300 ün ne kadar dengeli bir motor olduğunu anlıyorsunuz. Yolda bir sürü motorcu gördüm hepsi İstanbul'a dönüş yolundaydılar. Çok normal saat 16 00 ya geliyor. Önümde bir motor var, hafiften kapışıyoruz ama oynar gibi bir o geçiyor bir de ben. Yokuş aşağı trafiğin sıkıştığını görünce yavaşla işareti yapıyor.

Ömerli Belediyesinin orada yolu kapatmışlar, konvoyla birlikte yan yola sapıyorum. Buraya bir kaç ay önce de gelmiştim yolu hala açmamışlar. Stabilize yoldan normal yola girince veriyorum gazı yokuş yukarı, yokuş aşağı, dönüşler o kadar zevkli ki, hem motor hem de ben kendimizi buluyoruz.

Işık Üniversitesinin kampüsünü görünce artık yavaşlıyorum burada yol daralıyor, Şile'ye doğru ortalama bir hızla devam ediyorum. Şile girişindeki yokuşlu yol da oldukça sevdiğim yerlerden. Jandarma çevirme yapıyor, selam verip geçiyorum. İlk durak Şile Fenerinin arkasındaki yarımadanın üstündeki değirmen. Temiz hava rüzgar ciğerlerime doluyor, hava ılık, ayaklarıma motordan gelen sıcak hava vuruyor ama bunaltmıyor.

Rüzgar değirmeninin orada durup bir kaç foto çekiyorum, ışık, manzara hepsi süper. Sonra Şile Fenerine geri dönüyorum, dar sokaktan fenerin olduğu yere girip parkediyorum. Yol çok eğimli hem dönüş hem de motoru yan sehpaya koyup geri almak uğraştıracak gibi. Fenerin etrafında turlayıp fotograf çekiyorum. Biraz dinlenip limana inmek istiyorum. Tahmin ettiğim gibi motoru yan sehpadan doğrultamıyorum, Allah'tan etrafta bir sürü insan var, yardım ediyorlar sağolsunlar.

Dar sokaktan tekrar geçip Limana doğru inerken sağda büyük park var, birden buraya girmek istiyor canım. Girdikten sonra çocukların top oynadıklarını görüp çok düşük hızda dikkatlice aralarından geçiyorum. Hepsi dönüp bakıp, ilgisiz davranıyorlar. Etrafta bir sürü motor var zaten. Normalde çocuklar ilgi gösteriyorlar genelde. İleride korkulukların olduğu yere park edip insanları rahatsız etmeden bir kaç foto daha çekiyorum. Havada martılar süzülüyor, küçük bir kayalığın üstünde onlarca martı dinleniyorlar. İnsanlar mutlu bir şekilde manzarayı izliyorlar. İleriden top oynayan çocukların sesleri geliyor. O an motorla çok farklı dünyalara girilebileceğini görüyorum.

İnsanları rahatsız etmeden motora binip yavaşça parktan çıkıp limana doğru iniyorum, yolda şirketten bir arkadaşı görüp kısaca ayak üstü sohbet ediyoruz. İleride limanın köşesine kayıkların olduğu yere parkedip üstümü çıkarıyorum. Herzamanki gibi köşedeki büfeden içecek bir şeyler alıp, etrafı izliyorum. Hayat güzel, kaçamaklar güzel... Yolda motoru izleyen insanlar oluyor, birinden bir foto çekmesini istiyorum. Balıkçı motorlarında çalışan bir genç, Balıkesirliymiş, balık satmaya gelmişler. Bir foto da ona çekiyorum. Çok çekingen bir çocuk, kısa sürede arkadaş olup, motor muhabbeti yapıyoruz. Sonra da hayat, okul, vs muhabbetleri yaparken bir şeyler içiyoruz.

Mailine fotosunu gönderip müsaade istiyorum. Yol kısa sayılmaz. Kızım uyuyalı bir buçuk saat oldu, uyanması yakındır. Uyandığı zaman başında olmalıyım. Yola koyulup güneşin batışı istikametine doğru güneş gözümü ala ala ilerliyorum. Dönüş biraz daha kalabalık, dikkatli ama hızımı kesmeden eve geliyorum. Kızım uyanmamış, öperek uyandırmam ikimizin de en büyük zevklerinden. Tabii ki uyuduğu 2 saatte benim dünya kadar yol yapıp gezdiğimden habersiz. Hepsi toplam 2 saat....

Yakında Afyon yolculuğu var, dönünce anlatırım. Herkese sevgiler saygılar...

Görüşmek dileğiyle...

Tuesday, March 29, 2011

BIR ANLIK DIKKATSIZLIK VE AGIR BEDELI



Sevgili Dostlar,

Uzun zamandan beri bir sey yazmiyordum sebebi onemli bir kaza gecirdim.

Yaz boyunca asiri sicaklardan spor yapamamaktan sikayetciydim. Ramazan gelince iftarlarda kacirdigim olculer rahatsiz etmeye basladi. Ben de site icerisinde trafige kapali parkurda bisiklete binmeye basladim.

Her aksam saat 22 00 gibi bisikletimi alip site etrafinda 6 km olacak sekilde 10 tur atiyordum. Boyle gec saat olmasinin sebebi tabii ki asiri sicaklardi.

Eylul olunca ayni adetimi surdurdum bu arada 5 kg verdim hersey super gidiyordu.

Taki 15 Eylul gecesine kadar. O aksam da evde herkes yatinca ipodumu alip bisikletimi aldim ve basladim turuma. Gezdikce insanin ici aciliyor, gercekten serinleten guzel bir keyf. O saatte nadiren yuruyus yapan insanlara rastliyorsunuz. Baska kimsecikler yok.

10 turu atinca o aksam ilk defa olarak villalarin oldugu mahalle dogru yokus yukari bir cikis yaptim. Duzenli bisiklet kullaninca tempoyu artirmak istedim. O aksam 10 tur beni kesmedi.

Bir yandan muzik dinliyorum, tepeye dogru cikinca villalarda oturum olmadigindan ortalik los olmaya basladi. Tepeye cikinca hafif bir egimle guzel bir esinti basladi.

Birazdan asagiya dik yokusun basina geldim saat 23 15 civarındaydı sanıyorum salınca bisiklet birden hızlandı ardından göremediğim bir tümseğin üzerinden atladım bisiklet yine tekerlekleri üzerine düştü ancak yönümü pek algılayamadım. Motorda arka fren ayakta olduğundan bisiklette bu kuralı düşünmeden fren sıktım birden ön tekerleğin kilitlendiğini ve bisikletin kendini sola doğru bıraktığını hatırlıyorum. Havada uçarken hayatım gerçekten film şeridi gibi gözümün önünden geçti ve başıma önemli bir şeyin gelmekte olduğunu düşündüm. Sol yanımın üzerine şiddetli bir şekilde düştüm, kafam yere sertçe çarptı.

Loş karanlık bir ortamda bisiklet ayaklarımın arasında kalacak şekilde sola doğru düşmüştüm, ayaklarım soyulmuş, sızlıyordu, başım çarpmanın etkisinden ağrıyordu. Etrafta kimsecikler yoktu ayrıca yanımda telefonumda yoktu. O halde aklıma şunlar geldi, hemen ayağa kalkıp birilerine haber vermeye çalışmalıydım, yoksa bu karanlıkta beni ancak sabaha bulabilirlerdi eğer önemli bir şey olduysa zaman kaybetmeden haber vermeliydim.

Sıcaklığın etkisiyle ayağa kalktım sol omuzum aşağıya kaymıştı, ayrıca kollarımı kaldıramıyordum, başımda kan var mı diye baktım yoktu ama ayaklarım sürtünmenin etkisinden kanıyordu ayrıca tansiyonum düşmüştü kısa süre içerisinde bayılacağımı anladım çünkü başım dönüyordu. Dikkatlice aşağıya doğru yürümeye başladım yavaş ve dikkatli adımlarla nizamiyeye kadar yürüdüm. Güvenlikteki arkadaşların bulunduğu binaya girip yere yattım ve bir ambulans çağırıp, eşime haber vermelerini söyledim. Sağolsunlar çok ilgilendiler. İdealistkent nöbetçi idari amirine ve güvenlikçi arkadaşlara müteşekkirim.

Biraz sonra bir ambulans geldi beni sedyeye alırlarken inlediğimi hatırlıyorum çünkü sıcaklık geçmişti, sağlık teknisyeni bir çok yeriniz kırılmışa benziyor deyince işin ciddiyetini anladım. Komşuluk ne kadar önemli, kızımı bir komşumuza emanet edip oradan hastanenin yolunu tuttuk. Filmler çekildi, doktor muayene sırasında trafik kazası mı vs dedi hayır dedim iki kolunuz eklemlerden ayrıca bir de sol köprücük kemiğiniz kırılmış deyince içimin geçtiğini hatırlıyorum.

iki tekerlek iyi güzel de dikkatsizlik böyle ciddi neticeler doğuruyor. 45 gün boyunca evde yattım, Normal olarak ilk bir hafta çok ağrılı ve sızılı geçti daha sonra insan alışıyor. Sevgili eşim Neslihan bir çocuk bakar gibi bana baktı, yatmak, yemek yemek, banyo yapmak, wc ye gitmek vs ciddi sorun oldu. İşin bir güzelliği şeker kızımla güzel zamanlar geçirdik. Allahtan işlerin yoğun olduğu bir zamana gelmedi. Sağlık ne kadar önemliymiş, insan sağlığını kaybedince değerini anlıyor, bir çok dostlarım büyüklerim ziyarete geldiler. Herbirinin ilgisi beni ayrı duygulandırdı, arayanlar, soranlar, ziyarete gelenler, çiçek gönderenler vs vs. Sevenimiz çokmuş Allah'a şükür.

Herşey insan için...Dikkatli olmak lazım, hepinize kazasız belasız, sağlıklı güzel günler diliyorum.