Sunday, September 29, 2013

DOĞU KARADENİZ TURU 3. GÜN 399 KM

DOĞU KARADENİZ TURU 3. GÜN 327 km

Sabah erken uyandık. Bungalovların göre yolun karşısında olan restoranda kahvaltımızı yapıyoruz. Hava yine kapalı. Bugün son gün, fazla bir yolumuz kalmadı ancak Ayder'e uğrayacağız, hava kararmadan motorları tekrar nakliye şirketine teslim etmemiz lazım, dolayısıyla fazla zamanımız yok. Kendimizi oldukça yorgunl hissediyoruz, özellikle dün oldukça yıpratıcı geçti.
Doğu Karadeniz turunda iyi kondisyon lazımmış yoksa gerçekten perişan oluyorsunuz.


Kahvaltıdan sonra odalarımıza dönüp hazırlandık ve yola çıktık. Hava hep kapalı ancak manzara güzel. Sık sık tünelleri geçiyoruz. Anayol güzel ancak motorsiklet için değil yolun karşısında eski yol gözüküyor ne güzel kıvrılarak dağların arasında dönüyor, keşke oradan geçiyor olsak.  Yolda Borçka baraj'ını geçiyoruz. Burası hem kıvrımlı hem de trafikli. Borçka'ya inince yağmur başlıyor. Hopa yolunda yağmurda devam ediyoruz. Halil yağmurluk getirmemiş, bir zaman sonra her tarafım ıslandı diyor. Bir elbise değişikliği ile yola devam ediyoruz. Yağmur çok ince ancak sık yağıyor, karadeniz ifadesiyle "avanak ıslatan" İlk bakışta azıcık ince ince serpiştiriyor diye bakıyorsunuz ancak çok sık olduğundan sağanak gibi ıslatıyor.

Yazlık kıyafetle buraya kadar
Hopa'ya inince karadeniz otoyolu başlıyor, artık karadenizi görmeye başlıyoruz. Yağmur'da aravermeden devam ediyor. Sırasıyla Arhavi, Fındıklı'dan devam edip Pazar yoluna geliyoruz. Buradan sonra Ayder yolu geliyor ve içeri sapıyoruz.

Karadeniz'de sahilden içeri girince dağların muhteşem kapılarından içeri giere gibi oluyorsunuz. Dere boyunca yol sağlı sollu devam ediyor, dağlar, sizi aralarına alıyor. Bazı yerlerde başınızı okşar gibi eğilmiş ve yakın bazı yerde ulaşamayacağınız kadar yüksek ve uzak. Dağlar her zaman çok etkileyici yerler, hele karadeniz dağlarının yeşilliği.

Hava soğuk 15 C civarında. Islandığımızdan üşümeye başlıyoruz. Kaçkar Dağlarının muhteşem yollarından geçiyoruz. Bazı yerlerde şelaleler karşılıyor, bazı yerlerde dere üstüne kurulmuş taş bir köprü merhaba diyor. Yeşilin her tonu ayrı bir güzel, güneşliyken de yağmurluyken de...



Artık GS e alıştım yol da güzel, virajları daha cesaretle ve hızlı alıyorum.

Döne döne Ayder'e kadar çıkıyoruz. Planımız buradaki kaplıcada biraz takılmak. Motorları kaplıcanın önüne parkedip, birer anahtar alıp, havuza giriyoruz. Aman Allah'ım ne kadar sıcak? Alışıp suya girmem 15 dakika sürüyor. Sıcak su nasıl iyi geldi, omuzlarımız kasılmış, ayaklarımız tutulmuş. Sıcak suda resmen kendimize geliyoruz. 40 dakikada kendimize geliyoruz. Hatta uykumuz geliyor. Ama daha almamız gereken yol var. Üstümüzü giyip yayla restoranlarından birine geçiyoruz. Sıralı dağların ortasındayız bizden öncekinin altından bizden sonrakinin tepesine bakıyoruz. Manzara harika....

Yemeklerimizi söyleyip büyük bir iştahla önce lahana çorbası (pancar) sonra karışık et yiyoruz. Zaten uykum gelmişti, yemek hepten bayıltıyor. Hafif yağmurda motorlara doğru yürüyüp açılıyoruz. Toplam 2,5 saat kadar Ayder'de kaldık.

Sıkıca giyinip yola çıkıyoruz, hamamdan sonra hala biraz nemliyiz bu yüzden üşümemeye gayret ediyoruz. Yine aynı yoldan bu sefer daha hızlı iniyoruz. Buradan Trabzon'a 195 km yol var. Pazar'a inip karadeniz yoluna bağlanıyoruz. Hızımızı artırıyoruz. Bugün ilk iki güne göre hiç zorlayıcı geçmiyor demeye kalmadan, Rize- Of arasında sağanak yağmur başlıyor. Öyle ki yer bir karış su, üzerimize yağmur boca ediyor, bir araba geçerse başımızdan aşağa su döküyor. Üzerimize hortumla su tutsalar ancak bu kadar olur. Bu yolda Trabzon'a kadar sağanak yağmurda geliyoruz. Bir yerde öyle bir yağmur yağdı ki ben hayatımda böyle yağmur yemedim. Su geçirmeyen elbiselerimiz su çekti, kasklarımız pırıl pırıl oldu. Herşeye rağmen ses sistemimize hiçbir şey olmadı. Gerçi yolda çok konuşamadık çünkü sağanak yağmur sesinden bir şey duyul
muyordu.


Trabzon'a yaklaşınca yağmur durdu, daha rahat kullanmaya başladık. Önce şehir içine sonra da tır garajına geldik. Baktık adamlar bizi bekliyor. Hemen üstümüzü değiştirip ıslakların tamamını motora yerleştirip, makineleri tıra yüklemeye başlıyoruz. Adam bize abi siz motorun üzerinde durun ben sizi forkliftle kaldırayım dedi. Önce şaka yapıyor sandık. Sonra da abi nasıl yükleyeceğiz yokda motorlar kalır deyince işin ciddiyetini anladık. Sırayla herkes motora bindi, adam bizi forkliftle kaldırdı, şimdi düşünüyorum da ne cahillik ne tedbirsizlik. Türkiye'de her iş böyle işte. Yaparız abi diyorsa anla ki uyduruyor.

Motorları yükledik, daha sonra Fevzi Hoca'da tekrar yemek yedik. Uçağı bekledik, perişan olmuşuz ayakta uyuyorduk. Allah'tan THY nin business lounge yeni açılmış. Biraz oturup dinlendikten sonra uçak geldi. Mutlulukla bindik.

O gece bende bir gariplik başladı, ağır ishal ve ateş, kendimi hastaneye zor attım. Serum, iğne vs derken gıda zehirlenmesi olmuşuz. Ben hastanedeyim diye mesaj atınca Ahmet ve Halil de biz de hastanedeyiz dediler. Anladık ki yediğimiz bir şeyden zehirlenmişiz. Tur bir gün daha uzasa hepimiz bitmiştik.















Ertesi gün motorlar geldi, her taraf çizilmiş, motorlar yanlara yatmış, büyük bir kavgayla motorları teslim aldık. Çantalar, gövde her yer çizilmiş, gözüm yese adamlara dalacaktım. Sigortaları vs de yokmuş. Ya bu esnaf işte bu yüzden bir türlü belini doğrultamıyor. Yalan artık karakterleri olmuş. İşi alırken var abi, gerektiğinde bilsem almazdım Allah belamı versin vs... Klasik nakliyeci mentalitesi. 

Neyse motoru alıp servise götürdüm bayağı bir masraf çıktı, artık bilmeyen adama nakliye ettirmek mi tövbeler tövbesi....




Saturday, September 28, 2013

DOĞU KARADENİZ TURU 2. GÜN 280 KM

BAKSI MÜZESİ

Sabah 08:00 gibi kalktık oldukça yorulmuşuz. Kahvaltıya indik biraz bir şeyler atıştırdık. Otel sahipleri oldukça ilgili alakalı insanlar demiştim, her türlü hamur işini oteldeki hanımlar yapıyorlar. El yapımı olunca tadı güzel oluyor. Biraz sohbet ettik. Hala dünün etkisindeyiz ne gün oldu gerçekten ? Parkur sürekli zorlaşarak ilerledi. İlk gün bu kadar zor bir parkur beklemiyorduk. Bakalım 2. gün nasıl olacak?

Hava kapalı, sıcaklık 18 C, Yağmur yok. Yola çıkmak için harika şartlar... 15 dakika sonra hazır olmak kaydıyla tekrar odalarımıza çıkıyoruz. Bugün biraz yol yapmamız lazım.  Hazırlanıp motorların yanına iniyoruz, herşey bıraktığımız gibi, oteldekilere veda edip yola çıkıyoruz. Önce rotamız Bayraktar köyündeki Baksı Kültür Sanat Vakfı, burası hakkında çok şey duyup işittik bu sebeple merak ediyoruz.

Baksı yolu, Bayburt-İspir yolu üzerinde, dağlardan geçen, asfalt, kıvrım kıvrım bir yol. Toplam 50 km. Heybetli dağların arasından geçerken, bazen Çoruh'un kollarıyla kesişiyorsunuz. Trafik seyrek, bu sebeple virajlara rahat girip çıkıyoruz. 

Çok güzel manzaraları geçerken biraz foto çekinelim istiyoruz. Yolun sağına motorları parkedip bir kaç poz alıyoruz. Sağda Çoruhun bir kolu, karşımızda heybetli bir dağ, o nefis toprak kokusu hala burnumda. Sonra yine yola devam. Enteresan bir coğrafyada dolanıyoruz. İçeri biraz girince Erzurum, Sivas karasal iklimi, heybetli dağlar, çorak topraklar, çoruh ve kolları. Dağları biraz aşınca cennet gibi yemyeşil Karadeniz Ormanları ve karadeniz iklimi.

Bu yoldan acaip keyif alıyoruz, burası bize Alplerdeki Dolomities'i hatırlatıyor. Yolun hizası dağın belinden ilerliyor, dere aşağıda kalıyor, dar bir yolda giderken sürekli sağa sola yatıp dönüyorsunuz, karşınıza birden koca bir dağ çıkıyor, sonra dağın belinden yine sağa kıvrılıp başka bir dağa geçiyorsunuz. Yüksek yollarda ilerlemek de başka bir zevk veriyor.

Bu yolu foto molalarıyla 1 saatlik zaman diliminde alıyoruz. Bayraktar Köyüne giriyoruz, sonra ilerde Baksı Müzesi gözüküyor. Durup bakınca köy ve müze arasındaki mesafenin çok kısa olduğunu sanıyorsunuz sonra kıvrım kıvrım yollar size öyle olmadığını gösteriyor. Makineleri müzenin önüne çekiyoruz, bizi 2 kişi karşılıyor. 

BAKSI MÜZESİ

Baksı Müzesi
Bayburt doğumlu Prof.Dr.Hüsamettin Koçan'ın liderliğiyle kurulmuş bir kültür sanat müzesi. Çok güzel bir dağın eteğine kurulmuş. Harika bir manzarası, çok modern bir binası var. İçeride çeşitli sanatçıların eserleri sergileniyor. Bir köşesini de Bayburt'un tarihi el ve sanat işçiliği eserlerine ayırmışlar. Bizi kapıda Köy Muhtarı Nabi Akçelik Bey karşılıyor. Müzeyi köy muhtarı ve arkadaşları işletiyorlar. Sergi salonları, misafirhane odaları, ve restaurantıyla Baksı bize bir şok yaşatıyor. Anadolunun bu köşesinde, dağların arasında birden avrupanın en güzel müze binalarından biriyle karşılaşıyorsunuz. 
Baksı Müzesi
Muhtara akşam aradığımızı söylüyoruz, o da Avrupa Birliği'nden misafirler vardı, bu sebeple sizi kabul edemedim ancak beklerim diyor. Müzeyi gezip fotoğraf çektiriyoruz. Müzede çalışan köyden arkadaşlar ve muhtar sağolsun bizimle yakinen ilgileniyorlar. Biraz motorsiklet muhabbeti yapıyoruz. 






Müzede inşaat kısım kısım halen devam ediyor. Gerçekten çok etkileyici bir manzara, çok etkileyici bir bina, ve çok sıradışı eserler var. Çok mutlu oluyoruz.

Yaklaşık 2 saat burada kaldık, daha sonra müsaade isteyip yola çıkıyoruz. Yeni rotamız İspir, Muhtar tekrar geri dönmeden şu dağ yolundan devam edin araba yoluna çıkarsınız diyor.  







Müzenin yanındaki yerleşim alanından, evlerin arasından bir yola iniyoruz. Önce biz mi yanlış geldik ya da gerçekten yol burası mı diye düşünüyoruz. Ancak bir kaç kişiye daha sorunca yolun bu olduğunu söylüyorlar. Tarlaların arasından geçen traktör yolu. Bizim hiç aşina olmadığımız bir yol, ikinci gün ne zaman sürpriz yapacak diye bekliyorduk, beklediğimizden çabuk geldi.











Klasik trio düzeninde dağdan aşağı iniyoruz, bazı yerlerde hafif çamur var. Dikkat ederek geçiyoruz, bir kaç düşme tehlikesini ucuz atlatıp traktörün aşındırdığı dik bir yerden daha geniş bir yola çıkıyoruz. Galiba yola çıkacağız derken öncekinden 1 mt daha geniş bir tarla yoluna çıkıyoruz. Dağların dereye yakın kısmen düz yerlerini ekip dikmişler. Bir zaman sonra karşımıza bir derecik çıkıyor önümüzde geçmemiz gereken bir su birikintisi var. Nispeten temiz bir yer ancak daha önce bir su birikintisinden geçmemiştik. Sırayla kameraya çekerek geçiyoruz. Bizim için çok güzel bir tecrübeydi.
İspir Kalesi





Yoldan çıktıktan sonra gerçekten de nispeten daha düzgün bir yola geliyoruz. Buranın İspir yolu olduğu belli. Anayoldan İspir'e doğru ilerliyoruz. Kısmen inşaatın olduğu bozuk bir yol. 60 km sonra İspir tabelasını görüyoruz. Tarihi güzel bir ilçe, kalesini, mesire alanını gezip, yol üzerindeki kasaplardan birinde duruyoruz. 








Saç tava
Saat öğle olmuş. İspir'in saç tavası meşhur, daha başka kebapları da var ancak saç tava başka. Hazırlanması da uzun sürüyor. Yaklaşık 40 dakika bekleyip harika tavamızı iştahla yiyoruz. Allahım bu ne lezzet, etin tadı, domates ve biberin verdiği aroma! Size anlatamam. Güzel bir bardak çay, kadayıf dolması derken yemek süreci tamamlanıyor. Yola çıkmaya hazırız.

İspir Yolu







İspir'de 1 saatlik moladan sonra Yusufeli üzerinden Artvin'e geçeceğiz. Şavşat'a kadar gitme niyetimiz var ancak akşama yetişebilir miyiz ? Bilemiyoruz.  Artvin'e 170 km yolumuz var. Yollar iyiyse molayla 3 saatte gideriz diye konuşuyoruz. Tabii başımıza geleceklerden haberimiz yok. 








İspirdeki Baraj
İspir-Yusufeli arasında yol çalışmaları var. Yusufeli'nde dünyanın en yüksek barajı yapılıyor. Onun inşaatı var. Ancak yollar çok da kötü değildir diyoruz ancak yanılıyoruz. 







Bir barajın önünden geçerken durup fotoğraf çekiyoruz. Yollar genelde çok mıcırlı çünkü inşaatlar devam ediyor henüz alfast dökülmemiş bu sebeple dağların arasından bir inip bir çıkıp bir kıvrılırken hızımızı hiç istediğimiz seviyeye çıkaramıyoruz. Yüksek dağlardan, uçurumların kenarından, mıcırlı bir yolda kıvrıla kıvrıla kah inip kah çıkıyoruz. Aslında manzara süper gazlamak lazım ancak bu yol pek keyifli gitmiyor.






Yusufeli Barajı
Yusufeli Barajı'na geldiğimizde dağdan aşağı inerken inşaat çalışmalarını görüyoruz. Ne kadar yüksek bir yerde, ne kadar heybetli görünüyor. Aşağıda onlarca inşaat kamyonu var, baraj arıkovanı gibi kamyonlar sürekli gidip geliyorlar. Barajın İnşaat Şantiyesi yolun üzerinde her yer toprak, yağmur yağmış sular birikmiş. Kamyonlar derin çukurlar oluşturmuş. Titreyerek kamyonların arasından bu yoldan geçiyoruz. 







Baraj Şantiye Yolu
Bazen çok dar yolda kamyonlara yol veriyoruz. Bir yerde kamyonla karşı karşıya kaldık o çamurun içinde ona yol verdik, dev inşaat kamyonu büyük bir gürültüyle daracık yolda yanımızdan geçti sonra onun geçtiği su birikintisine girdim motor kaymaya başladı öyle bir yalpa yapıyorum ki bir sağa bir sola. Gayri ihtiyari gazı çekmişim, düşmekten son anda kurtuldum motor çamurun içinden bir hamlede çıktı. Böyle kötü yerlerden hızla geçmeniz lazım ancak kamyon trafiği olunca bütün bildiklerimizi unutuyoruz. Halil arkadan bakarken ha şimdi düştü ha şimdi düşecek, herhalde köşeyi döndüğümde yerde çamur içinde görürüm diye arkadan gelmiş ancak çok şükür düşmedim.
Sinirlerimizin boşaldığı yer


Yolun bundan sonrası hep toprak, kamyon tekerlek izleri arasında geçti. Kaç km sürdü hatırlamıyorum. Ancak fotoğraflar detayı anlatıyordur herhalde. Şantiye alanını geçince sinirlerimiz boşaldı bir yerde durup kahkahayla gülmeye başladık. Bu ne ya? Böyle yol mu olur?




Baraj Şantiye Yolu ve GS




Parkur bize hergün bir sürpriz çıkartıyor. Biz güzel yolda harika bir tur yapacağız derken herşey eziyete dönüşüyor. Toprak yolda 30 km gittikten sonra bir yerde durup yolun kenarında akan oluktan su içtik, elimizi yüzümüzü yıkadık. Foto çektik.








Asfalt Yolun Başladığı Yer
Daha sonra kısa bir zaman sonra tekrar asfalt yol başladı. Asfaltı görünce kısmen seviniyoruz ancak ondaki mıcır da bizi korkutuyor. Biraz sonra akşam olmaya başladı ve biz Yusufeli ilçesine ulaştık. Bir köy camisinin önünde kısa bir mola verip Şavşat'a gidebilir miyiz diye konuştuk. Yol böyleyse dünyanın en güzel rotalarından Şavşat rotasına gidemeyiz zaten akşam karanlığı oldu.







Yusufeli Boğa güreşleriyle meşhur
Köyden yola çıkınca harika bir yola girdik kıvrım kıvrım yemyeşil çay bahçelerinin arasından geçiyoruz. Sağda bir dere akıyor. Derenin üzerinde bazen köylülerin yaptığı ahşaptan derme çarpma köprüler bazen tarihi taş bir köprü görüyoruz. Manzara gerçekten çok güzel buranın yolları bittiğinde dünyanın sayılı parkurlarından bir olacağına hiç şüphemiz yok. 50 km hızla gidiyorum, yol sola doğru kıvrıldı birden önüme montofon cinsi kocaman bir boğa çıktı. 20 mt ilerde sahibi oturmuş, boğa tam yolun ortasında 10 mt önümde duruyor.         Ani frenle hemen durduk, boğa bize doğru geliyor, arkadaşlar motordan inmeden bir yerden geçme derdindeler, yol dar, boğa dev gibi en küçük bir boynuzda hepimizi bowling tabldotları gibi yıkar. Yaklaşınca ben motoru yan sehpaya alıp yandaki bahçeye doğru kaçmaya başladım, Halil yandan geçti Ahmet durdu yanlış hatırlamıyorsam. Neyse ki sahibi koşup hayvanı aldı oradan. Sonra ne güldük, arkadaşlar "abi motoru bırakıp nasıl kaçtın ama?" diye gülüyorlar. Motor canımdan değerli mi? Koca öküz ürkse ya da kızsa neler yapar vallahi.. Neyse yine güzel bir kahkaha attık.  


Yolüstünde Bungalov Otel
Yol dönüşünde bir kavşağa denk geldik Bayburt,Artvin,Erzurum yolu kavşakları. Büyük bir yol ve tünel inşaatı şantiyesi her taraf alacakaranlıkta aydınlatılmış, kamyonlar, dozerler, işçiler ortalık karınca yuvası gibi. Sırayla yol veriyorlar. Sıramızı bekleyip geçiyoruz. Akşam hava karardı, serinledi, trafik başladı, yol hala mıcırlı, bazı yerler ıslak. İnşaatı bitmemiş tünellerin içerisinden geçiyoruz. Hava iyice kararınca artık biz hem yorulduk hem de acıktık. Kaç tüneli geçtiğimizi hatırlamıyorum her taraf inşaat. Harıl harıl çalışma var.                 Karanlıkta kullanmak hiç zevkli değil dolayısıyla üşüyerek Artvin'e kadar geldik. Yolun iyi olduğu yerlerde artık gaza bastım sabrımız kalmadı. Önce Artvin'e çıktık, çıktık diyorum çünkü Artvin yüce bir dağa kurulmuş bir şehrimiz. Kıvrıla kıvrıla dik yamaçlardan şehre çıktık önce yolun kenarında bir esnaf lokantası bulup karnımızı doyurduk. Ne yorulmuşuz oturunca anladık.

Yolda dersanedeki matematik öğretmenime rastladım, adamcağız yıllar geçmiş hala öğretmenlik yapıyor. Bizi evine davet etti, ne sıcak insanlar! Teşekkür edip ayrıldık. Lokantada 2 saate yakın oturduk önce yakında bir otele gittik, oraya bizimkiler beğenmedi daha sonra birinin tavsiyesiyle karadeniz otoyolu üzerinde belediyenin işlettiği bungalovlardan oluşan bir otele gittik. Gece saat 22:00 olmuş. Motorları parkedip, birer duş alıp, hemen uykuya gömüldük. Mekan oldukça enteresan ancak gece karanlığında bir şey göremedim. 

Friday, September 27, 2013

DOĞU KARADENİZ TURU 1. GÜN 185 KM

SON 50 YILIN EN İYİ HAVASI OLACAKMIŞ. VALLA ÖYLE DİYOLAR

Trio ile uzun zamandır bir doğu karadeniz turu yapmak istiyorduk. Uygun zamanda mutlaka yapalım diye konuşuyorduk ancak hep iş ortada kalıyordu. Yazın sıcak ve nemli oluyor. Geri kalan tüm zamanlarda yağmurlu. Dolayısıyla iyi bir zaman bulup gitmek neredeyse imkansız gibi. Niyetimiz yaylalara çıkmak, işin içinde yayla varsa havanın nasıl olacağı gerçekten önemli. Bazen yaz günü dolu yağabiliyor. Bu sebeple uygun bir zaman dilimi bulup turu bir türlü yapamamıştık.



Ta ki bizim Ahmet'in seyahat acentesi arkadaşları devreye girene kadar. Ahmet bir sabah heyecanlı heyecanlı aradı. "Abi, motorları kamyonlarla gönderiyorlarmış, nakliye şirketi varmış, zaten sürekli taşıyorlarmış. Havanın en güzel olduğu zaman dilimi genelde Eylül sonu oluyormuş. Rotayı da tavsiye ettiler, gidelim mi ne dersiniz?" Bizim zaten her daim gezesimiz var. Peki deyip, biraraya gelmeye karar verdik. Önce buluşup nakliye şirketiyle konuştuk Karadeniz Nakliyat. Zeytinburnu'nda Ambarlar'da. Adamları gördük motorları getirin, biz yükleriz tecrübeli arkadaşlarımız var vs vs dediler. Daha sonra tur acentesine gidip arkadaşı ziyaret ettik. Zaman, rota planlaması yaptık vs vs. Aslında herkes turu rotayı biliyor ama motor turu ve rotası detaylı çalışılmalı. Biz bu sefer ihmal ediyoruz.

Çarşamba günü motorları tıra yükleyip cuma sabahı alacağız. Biz Trabzon'a perşembe akşamı uçuyoruz. Bir gece kaldıktan sonra sabah erkenden motorları teslim alıp yola koyulacağız. Biletleri Halil almış, otelleri Ahmet ayarlamış. Çarşamba'dan motorları ambarlara götürüp nakliye şirketine teslim ettik. Aslında klasik esnaf adamlar, herşeye evet, var diyorlar. Makineleri Allah'a emanet teslim ediyoruz. Aslında içimde bir takım tereddütler var ama evham yapma deyip kendimi susturuyorum. Tır şoförünün telefonunu veriyorlar. Cuma sabahı depoda buluşup alın diyorlar. Biz de işi gücü ayarlayıp Perşembe akşamı Trabzon uçağına biniyoruz. O kadar geç bir saate bilet almışız ki gece otele varmamız
01:00 i buluyor.

Sabah erkenden uyandık, Ahmet'e whatsapp'dan çıkalım mı dedim. O çoktan depoya gitmiş bile. Biz de Halil'le bir dolmuşa binip Trabzon'un moloz denilen semtine gidiyoruz. Tırı çekmişler ancak henüz boşaltmamışlar. Operatörle konuşuyoruz açıp boşaltmamız öğleyi bulur diyor. Mecburen geri dönüp kahvaltıya gidiyoruz. Sonra biraz dolanıp vakit geçirdik. Biraz odamızda dinlendik. Saati öğlen yaptık. Cumadan sonra bir sağanak yağdı hepimiz sırılsıklam olduk. Eşyalarımızı alıp tekrar minibüse binip tır garajına gidiyoruz. Motorları indirmişler, benim sol sinyal kopmuş, aynalar gevşemiş, ciddi bir çizik yok ama nakliye şirketinin bu işi özensiz yaptığı belli.

Neyse üstümüzü giyinip yola koyuluyoruz. Saat 13:00 olmuş. Rotamızda Uzungöl, Ayder, Baksı Köyü, Şavşat gibi yerler var. Hatta gidebilirsek Gürcistan'a kadar gideceğiz.
Turumuzun Rotası

ÇAYKARA-UZUNGÖL

Sırasıyla Trabzon, Yomra,Arsin, Araklı'yı geçiyoruz. Yola koyulunca kendimize geliyoruz. Çocuklar gibiyiz, gidiyorsak sorun yok, durunca homurdanma başlıyor.

İlk gün planımız akşam Bayburt'da Baksı Köyünde konaklamaktı ancak yarım gün heba olduğundan gidebildiğimiz yere kadar gideceğiz artık..

Detaylı rota çalışmadık bu yüzden hangi yollar inşaat hangisi trafikli bilmiyoruz. Bu yüzden benzincideki insanlara soruyoruz. Yaşlı bir amca şu Çaykara'dan yukarı sardırın yayladan Bayburt'a inersiniz diyor. Gözlerimiz ışıldıyor,  Çaykara, yayla, iniş, çıkış.... Başka detay hatırlamıyorum. Amca yollar açık diyor ama bizim motor kullandığımızı dikkate almıyor. Yol üstünde Uzungöl var ancak kimse durmak istemiyor. Bu sebeple yayla hakkımızı dönüşte Ayder'de kullanacağız.

Durmaya çalışıyorum




Sürmene'den yukarı sardırıyoruz Uzungöl girişini geçiyoruz.  Ne kadar güzel yerler önümüzde dağlar,solumuzda dere, kıvrıla kıvrıla dağın eteğine doğru ilerliyoruz. Yol da çok güzel asfalt. Manzara harika. Çaykara'yı geçtikten sonra yol kalitesi bozuluyor.









Çambaşı mevkiinden dağa doğru tırmanmaya başladığımız anda yol bitiyor ve yol inşaatı çalışmaları başlıyor. Büyük bir iş kamyonu, bir dozer, bir grup işçiyi selam vererek geçiyoruz. Dağa doğru çıkarken bir gariplik başlıyor insanların yol var dedikleri şey sadece mıcırlı topraktan oluşuyor. Yolun kenarı da uçurum.






Geldiğimiz yol



Önce biraz korkuyorum açıkçası ancak bu yolun bir yerde biteceği ve tekrar düz yolun başlayacağı inancıyla devam ediyorum.  Çamlıbel Köyüne gelince bir soralım bu yol ne kadar sürer diye köy merkezine giriyoruz. Kahvede oturan insanlara selam verip, bu yolun ne kadar süreceğini soruyoruz. Bayburt buradan 50-60 km, yol güzel diyorlar. Biz de inanıp devam ediyoruz. Aslında bunun yolun iyi halinin olduğunu bilmiyoruz.




Yola devam ediyoruz ancak hem yol bozuk hem sürekli tırmanıyoruz. Eğim oldukça dik. Arada bir karşıdan araba gelince birbirimize yol veriyoruz. Bazı yerleri oldukça dar. Köyden itibaren inişe başlıyoruz. Ama ne iniş hem kıvrım kıvrım hem de dikine iniş. Azıcık yağmur olsa zaten hiç şansımız yok. Ben R 1200 GS e yeniyim benim bu makineyle ilk turum. Ahmet K 1200 R ile gelmiş ki bu yol için olabilecek en kötü makine. İçimizde bir rahat olan Halil var o da F 700 GS kullanıyor. Bunca kısa yoldan sonra birden çok inişli çok çıkışlı off road a geçeceğimizi açıkçası bilmiyordum. İçimden dua etmeye başlıyorum. Birimiz düşsek soluğu derenin dibinde alacağız onlarca metre sürüklendikten sonra hem de...

Köyden dik bir iniş var bir dağın başından eteğine ineceğiz, daha sonra tekrar başka bir dağa çıkacağız. Aşağıda bir köy okulu görüyoruz, öğrencileri bahçede oynuyorlar, bir kaç tanesi bizim tepeden
indiğimizi görüp yola iniyorlar. Onlarla kısa bir muhabbetten sonra yola devam ediyoruz. Artık mıcır bitti sadece toprak yolda bazen dik inip bazen dik çıkıyoruz. Genelde yolun ortasından ot bitmiş önceki araçların tekerlek izinden ilerliyoruz. Bir önceki dağdan indik şimdi tekrar keskin virajlardan bir dağa çıkıyoruz. Sert dönüşler var. Bazı dönüşleri şiddetli sağanak aşındırmış toprak tamamen akmış ve kayalar kalmış. Böyle bir yeri dönerken tüm duaları okuyorum. GS i düşürmekten gerçekten korkuyorum ancak korkunun ecele faydası tabii.

Sağlı sollu sert virajlar alıyoruz hem tırmanıyoruz, yol da bozuk. Dönüşlerden birinde sağa dönerken virajı alamayıp duruyorum yola ayağımı koymaya çalışıyorum ancak ayağım eğimin tarafına geliyor ve motoru bırakıyorum. Bu benim kız gibi GS imin ilk düşüşü. Çantalar pırıl pırıldı, sağ çantanın üzerine yatırmışım. Çok yumuşak bir bırakış oldu aslında ama korktuğum sonunda başıma geldi. Birazdan hemen Ahmet yetişip onun yardımıyla motoru kaldırdık. Yol hep bozuk, benim ilk GS kullanışım, hava dağda açık ancak öğleden sonra oldu. Bir tedirginlik duyuyorum. Neyse çaktırmadan yola devam ediyoruz. Öyle yerleri geçiyoruz ki anlatamam ya tamamen çamur, ya tamamen kaya, ya tamamen toprak, ya da mıcır. Sinirlerimiz boşaldığında genelde kahkahayla güleriz. Yakında öyle bir şey olacak.

Tırmanmaya devam bir kaç sert dönüşten sonra bir yola çıkıyoruz ancak ne tarafa gideceğimize karar veremiyoruz. Birazdan talihin eseri bir amca yaklaşıyor, ona soruyorum girdiğimiz yönün yanlış olduğunu ters dönmemiz gerektiğini söylüyor. Durduğumuz yerden aşağıya bakınca ne kadar yükseğe çıkmış olduğumuzu anlıyorum. Evler aşağıda küçücük gözüküyor. Evet neredeyse yaylaya gelmek üzereyiz burada hava hem serinledi hem de bitki örtüsü seyreldi. Üç beş evlik bir yerleşkeyi geçtikten sonra nihayet geniş bir yola çıkıyoruz. Burası gerçekten yol, asfalt değil ama geniş bir yol ayrıca inişi çıkışı da yok gayet güzel.

Yukarıda bir bina var önünde mola verip çeşmeden buz gibi yayla suyu içiyoruz. Çoban sürüsünü otlatıyor. Biraz muhabbet edip kaskları çıkarıp elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Ne maceraydı Allah'ım, hem de dakika bir gol bir gibi. Çıkana kadar hep 1. ya da 2. viteste kullandık, dolayısıyla hararet göstergesi normalden yüksekti. Yayla yoluna çıkınca verdik gazı, sert toprak yolda hızlı kullanınca hiç sorun yok makineler kendine geldi ancak mutluluğumuzun çok kısa süreceğinin farkında değildik. Çünkü 5 km sonra tekrar yol inşaatı başladı. Bu sefer sürekli iniş, yol hep mıcır Allah yardımcımız olsun.

Ahmet Bayburt'a doğru

Yoldan aşağı inerken hata yapmayı bekliyordum çünkü GS bana oldukça yüksek geliyordu ayrıca fren yapmak için çok kötü bir zemin ani dönüşlerde fren yapmadan yavaşlamanız lazım sağa dönüşlerde motoru tekrar yatırdım bu da moralimi oldukça bozdu aslında.

Bu arada Ahmet de K 1200 R a çok değişik tecrübeler yaşatıyordu. Motor fanının sustuğunu duymadık. Laf aramızda ne kadar iyi bir motorcu olduğunu o makineyle o yollarda bir kere daha ispat etti.


Sis hızla geliyor

İnerken herkes biraz endişeliydi aslında çünkü ilk gün bu kadar macera beklemiyorduk biz daha çok Evropa görmüş motorcularız. Orada köylerde bile kırmızı asfalt var. Ne bu ayol? Şaka bir yana gerçekten herkes biraz endişeliydi çünkü herkesin limitlerini oldukça zorlayacak şartlar vardı. Biz yukarıdaki pozu verirken dağı birden sis kaplamaya başladı. Dedik ki Allah'ım biz şartların kolaylaşmasını beklerken her an daha da zorlaşmaya başlıyor. Düşünsenize yol mıcır ve kum, sisten önünüzü göremiyorsunuz etrafta in cin top oynuyor. Sis kalkana kadar akşam olursa kaldık dağın başında.


Hızla aşağı inmeye başladık hem dikkatliyiz hem hızlı zaten akşam da çökmeye başladı. İçimizden bildiğimiz ne dua varsa okuduk. Ben yolda bir kez daha düştüm. Aşağı inerken geldiğimiz kadar uğraşmadık, biraz sonra bitki örtüsü tekrar başladı bu sefer Bayburt'un köy yollarına doğru inmeye başladık. Sonra da asfaltlı yol başladı zaten. Bayburt'a girdiğimizde güneş yeni batıyordu. Yani ucu ucuna geldik. Karnımız çok acıktı. Benzinciye güzel bir lokanta sorduk. Zafer Lokantasına gidin dediler. Çoruh'un dibinde köprününbaşındaki lokantayı bulmak zor olmadı. Sağolsun sahibi bizimle çok güzel ilgilendi. Harika yemekler yedik. Güzel sohbet ettik. Akşam olduğundan bizi Baksı'ya gitmeme konusunda ikna etti. Bayburt Konaklarını arayıp yer ayırttı. Kendisine teşekkür edip Otele geçtik. Geceyi Bayburt'da geçirdik. Öyle bir yorulmuşuz anlatamam. Otele gidip güzel bir duş aldıktan sonra ancak bir çay içecek kadar oturabildik.

Otel odaları aynı daire gibi tasarlanmış bize teras kattan yanyana odalar verdiler. Mekanın temizliği, yemekleri, ilgisi beklentilerimizin çok üstündeydi. İşletmeci aile gerçekten ilgili insanlar.

Akşam erkenden yattık, nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum resmen sızmışız....

Wednesday, June 12, 2013

TRIO İLE ANTALYA, MUĞLA, İZMİR, BANDIRMA 1.800 KM

İSPANYA DÖNÜŞÜ HIZIMIZI ALAMADIK

Trio Tour 2013 SPAIN üzerinden bir ay bile geçmedi ancak orada toplamda 2000 km civarında yol yaptık. Çok da keyifli 1 hafta geçmişti ancak aklımız hala yollarda.

MULTISTRADA TAKINTISI

Halil trionun resmi makinesinin Multistrada 1200 S olmasını öneriyor. Kendinde bir tane var hem de Pike's Peak versiyonu. Ancak Amerika'da güya nakliye gümrük vs ile getirecek. İlk sazan benim, bizim Engin'e söyledim, elinde temiz bir Multistrada var, üstelik "kırmızı". Yeni bir motor almamaya kararlıydım ancak Trio tekrar biraraya geldi ve herkes motor sahibi olacak. Benim almamam olmaz. Üç aşağı beş yukarı derken Multistrada'yı aldım. Hoşuma da gitmedi değil. Hem çok güzel hatları var, tasarımı güzel, hem teknoloji harikası, 4 farklı modu var. Enduro, Naked, Sport, Touring modlarına dönüştürebiliyorsunuz. Ducati'yi kurtaran makine, Superbike şampiyonu makineyi almışlar, bir düğmeyle 158 hp ye çıkıp, şaseyi alçaltıp sport moda geçiyor, istersen 100 hp ye düşüp şaseyi yükseltip enduro moduna geçiyor. Fantastik bir makine. Bizim Engin'in ifadesiyle paranın alabileceği en fantastik en yüksek teknolojili makine.

Gerçekten çok kıvrak, hafif ve agresif. Üzerinde uysallaştırılmış bir Ducati supersport motoru var. İstediğinizde o vahşi moda geçiyorsunuz. Bir iki Şile, Ağva macerasından sonra 2 sene önce yarım kalan turu tamamlamak üzere program yapıyoruz. Rotamız : Antalya, Muğla, Aydın, İzmir, Bandırma'dan feribotla döneceğiz.

1. GÜN İSTANBUL -KEMER
12 Haziran Çarşamba günü sabah Antalya'ya yola çıktık. Toplam 800 km lik yolu Kemer'e kadar güzel bir hava eşliğinde aldık. Sabah erkenden önce Kütahya, Afyon, daha sonra Antalya'ya indik. Hava umduğumuzdan sıcaktı. Akşam üzeri saat 21:00 gibi Kemer'e indik. Daha önceden ayrılan otelimize yerleştik. Kemer'deki esnaflardan Tuğrul Abi sağolsun bize çok güzel bir akşam yaşattı, hem karanlıkta iner inmez denize girdik hem dükkanda oturduk yorgunluk kahvesi içtik hem de sonra Kemer'in en güzel restoranlarından ASPAVA da muhteşem antep mutfağını tattık. Herşeyin kalitesi süperdi. Tuğrul Abi herşeyimizle ilgilendi sağolsun.

2. GÜN KEMER - AYDIN
Sabah güneşin doğuşuyla kalktık Ahmet'le denize girdik su ve hava harikaydı, tüm yorgunluğumuz geçti ayrıca güzel de uyuduk. Biz denizdeyken Halil hala uyuyordu, gelip birlikte kahvaltı yaptık. Sonra da yola koyulduk. Kemer Kumluca arası ne kadar güzel! Bu sefer hiç ekip otosu da çevirmiyor. Geçen sefer muhabbet için önüne gelen durduruyordu.

Dağların arasından Kumluca'ya doğru iniyoruz herkes teyakkuzda dikkatlice gidiyoruz. Sol tarafımızda Akdeniz, yemyeşil çam ormanlarının arasında ilerliyoruz. Trafik yoğun değil. Ne konuştuğumuzu hiç hatırlamıyorum ancak manzaranın etkisiyle herkes etrafı seyirde.

Kumluca'dan Finike'ye geçiyoruz. Her taraf Sera çadırlarıyla dolu ancak bu sefer içi boş. Hava açık, dağlar hafif bir pembe renkle gözüküyor. Güneş henüz tüm şiddetiyle vurmuyor. Burada beni biraz endişe alıyor, çünkü geçen Antalya turu talihsiz bir kazayla Demre'de sona ermişti. Bir şey olmaz inşallah deyip yola devam ediyoruz. Finike'den geçtikten sonra muhteşem Demre yolu başlıyor, o muhteşem virajlara sardırıyoruz. O kadar keyifli ki ancak içimde bir tedirginlik yok değil. Yine de kıvrım kıvrım yollar, aklımızı alıyor, veriyoruz gazı, yatıra yatıra alıyoruz virajları.

Bu sefer geçenkinden kısa sürdü çünkü geçen seferde hem yağmur vardı hem de trafik. Bu sefer daha sakin bir rota oldu. Demre'den sonra Kaş'a doğru ilerliyoruz kaza mahallini arkadaşlara gösteriyorum. Orayı geçince bir rahat hissediyorum. Sonra Kaş'a oradan Kalkan'a sonra da Fethiye'ye doğru ilerliyoruz. Kaş'ta bir benzin molası verdik, motorları durdurup aşağı inince havanın ne kadar sıcak ve nemli olduğunu anladık. Terden sırılsıklam olmuşuz. Tam öğlen saati kaçacak yer arıyoruz. Bol sıvı alıp biraz serinleyip yola devam ediyoruz. Bu sefer Ölüdeniz'e...Hava öyle sıcak ki, asfaltın kavurucu sıcağı yerden, güneşinki üstten vuruyor... Bu konumda çok ilerleyemeyiz bu sebeple Ölüdeniz'e çıkıp Meri Otel'de bir kaç saat mola vereceğiz. Akşam serinliğinde devam ederiz.

Babadağın muhteşem heybeti önümüzde kıvrılarak ölüdenize çıktık hisarönünden aşağı inerken ölüdenizin o muhteşem mavisi aşağıda bize Motorları uygun bir yere çektik, eşyaları resepsiyona bıraktık, sonra bir saniye durmadan kendimizi Ölüdeniz'in sularına attık. Sonra hemen çıkıp yemek yedik. Resmen kendimize geldik. Sonra da şezlonglarda uyumaya çekildik. Ben boydan boya bir ölüdenizi geçip geri geldim toplam 30 dakika sürdü. Bu sırada tüm kaslarım, genzim açıldı resmen kendime geldim. Kollarım, elim, omuzlarım hepsi rahatladı. Ahmet'le Halil biz de geçelim dediler. Bu sırada ben biraz uyudum, saat 5 çayını içtim. Gelmelerini bekliyorum belki 2 saat oldu gelmediler. Merak da ettim. Önce karşıya geçmişler daha sonra yorulmuşlar mola vermişler. Bir de gelince dinlenme modu başladı. 2 saat vereceğimiz mola toplam  4 saate çıktı. 18:00 gibi otelden çıktık bu gece varabilirsek Kuşadasında kalacağız.

Yola çıktık ama plajdan döner gibi yorgun bir yer olsa da yatsak diye bakıyoruz. Bu halde Fethiye'den çıkıp yanıklar köyünden dağa tırmandık. Yollar harika, dağa çıkınca hava biraz serinledi. Yanıklar Göcek arası yollar da gerçekten harika. Bir taraftan yorgunuz ama bir taraftan da rotanın güzelliği çok cezbediyor.

Fethiye Aydın arası 254 km, oradan da Kuşadası 120 km bu kadar yolu bu yorgunlukla almamız zor gözüküyor. Halil yorulduğunu söylüyor ben kızıp ilerleyeceğimizi söylüyorum. Sıklıkla mola verince akşam iyice geç oldu. Aydın'ın girişinde, yolun kenarında bir köftecide durduk. Köfteci Baba güzel bir zeytin bahçesi içine kurulmuş. Yerler çimen, masalar ağaçların altında. Uzak köşede yolun karşısında müstakil beyaz bir bina, köfteleri pişirip getiriyorlar.Akşam saat 22:00 olmuş, kimsecikler yok. Adamcağız ailesiyle burada kalıyor ve burayı işletiyor. Hoş sohbet bir beyefendi, bizimle masada yemek boyunca oturdu, güzel sohbet ettik. Bize bu saatten sonra daha gitmeyin ilerde şoförler odasının bir oteli var. Orası temizdir gidin kalın dedi. Yemeği yedikten sonra - ki nasıl acıkmışız, o köfte nasıldı, o salatanın tadı ne muhteşemdi anlatamam- yola koyulduk. Yemeğin ağırlığıyla iyice uykumuz geliyor. Artık ilerleyemeyeceğimiz ve Kuşadası'na gidemeyeceğimiz kesin.

Biraz sonra Aydın girişinde şoförler odası otelini, dışarıda oturan insan profillerini gördük. Bir sürü kamyon binanın kenarına park etmiş, şoförleri kapıda oturmuşlar, okey ya da kağıt oynuyorlar. Bu sırada biz kırmızı ışıkta durup onlara bakıyoruz, onlar da bize. Bu resme çok uymayacağımızı düşünürek yola devam ediyoruz. İlerde Anemon otelini görüp giriyoruz, resepsiyondaki görevli hiç yerin olmadığını söylüyor merkezde Aydın Otel varmış orayı arayıp yer var mı diye soruyor. Oradan da olumsuz cevap alıp ortada kalıyoruz. Görevli "merkezde küçük oteller var, oraya gidin" diyor. Gece saat 23:30 olmuş. Motorlara binip şehir merkezinde 3 yıldızlı otellere gidiyoruz. Yer var ancak ya çok bakımsız ya da klima yok. Birinde görevli çocuk "abi isterseniz size kral dairesini vereyim ama 65 TL nizi alırım" diyor. Gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Temiz olsa hiç sorun yok 3 yıldızlı otel ve kral dairesi var.

Şehrin merkezine doğru motorlara binip devam ediyoruz. Bu arada bir sürü alternatifleri konuşuyoruz acaba öğretmen evine gitsek, yoksa emniyetin misafirhanesi var mı? vs vs Dondurmacı görmüştüm o saatte canım dondurma çekiyor. Motorları çekip dondurma yiyoruz. Karşıda bir cami var, önünde de güzel bir park. Artık o kadar çok uykumuz gelmiş ki bir şey demeseler de şu parkta banklara uzansak diyoruz.

Biraz sonra aklıma Anemon oteli aramak geliyor " özel suit vs var mı diye sordum. 2 yataklı büyük bir suitlerinin olduğunu söylediler. Bir yatak daha atın hemen geliyoruz dedik. Gece 12:30 gibi otele girdik. Odaya sadece özel bir asansör gidiyor, böylelikle trio üçümüz aynı odada kalıyoruz. Ahmet " abi ben horlarım aynı odada nasıl kalacağız diyor ben de ben hiç uyuyamam biz önce uyuyalım sen az sonra uyu diyorum" o biraz bekliyor. Yatağa girip hemen uykuya dalıyoruz, sabah Ahmet bana "abi bu gece sen çok horladın" diyor. Gülüşüyoruz. O yorgunlukla kim olsa horlardı. Çok uzun çok aktiviteli bir gün geçirdik.

3. GÜN AYDIN-BANDIRMA

Sabah kahvaltıdan sonra yola koyulduk Aydın'dan İzmir otoyoluna kıvrıldık, burada herkes tüm hünerlerini gösterdi, hatta makineleri değiştirdik sırayla denemek isteyen hepsini denedi. Ben sport mode da kullandım 280 km/s ye kadar çıktık Ahmet'in K 1200 R si resmen kudurdu. İzmir'in çıkışındaki kıvrımlı yolu çok sevdim. Öğlen saat 13.00 gibi Manisa'ya geldik. Gelmeden Köfteci Ramiz'in merkez üssünde yemek yedik.

Daha sonra Bandırma'ya doğru yola çıktık. Halil'in akşam saat 22:30 da Sabiha Gökçen'den uçağı var. Bu sebeple ne yapıp edip Bandırma'daki 19:00 feribotuna binmemiz gerekiyor. Molada biraz fazla zaman kaybettik ayrıca Manisa'dan itibaren sürekli trafik ışıklarının olduğu bir rotada gidiyoruz.  238 km lik yol kabusa dönüşüyor. Radar ihtimaline binaen fazla hız da yapamıyoruz. Ayrıca trafikte tehlikeli de olduğunu düşünüyorum. Bir zaman sonra Halil kızıp öne geçiyor ve ortalama 180 km/s ile trafik cezası pahasına liderliği ele alıyor. Biz Halil'in arkasından takip ediyoruz.

Gerçekten de ucu ucuna yetişiyoruz. Biz Feribota bindik ve kapılar kapandı. Bu halde önce Yenikapıya, geldik daha sonra Eminönünden Harem'e feribotla geçtik. Yine çok maceralı bir rota oldu.
Harem'e geçerken

Bir sonraki turda görüşmek üzere...

Wednesday, April 17, 2013

ENDÜLÜS'TEN PORTEKİZ'E 7. GÜN RONDA-CEBELİTARIK-MALAGA 239 km

DÖNÜŞ YOLU

Bu sabah erken kalktık yolumuz km olarak çok değil ancak hem makineleri verecek olmanın endişesi hem de yorgunluktan erkenden kalkıp yola koyulalım diyoruz.

Kahvaltıyı otelde yapıp kısa bir yürüyüşe çıkıyoruz. Ronda'nın seyir alanından bakınca tüm vadinin sisle kaplı olduğunu görüp foto çekiyoruz.


Daha sonra ağır adımlarla otele dönüp hazırlıklarımızı yapıp yola koyuluyoruz. Hava oldukça serin. Ronda'dan çıkıp Cebelitarık'a doğru giderken sisin yol boyu devam ettiğini görüyoruz.


İnanılmaz bir manzara var, bulutlar sanki deniz gibi gözüküyor. Durup mutlaka poz almalıyız diye düşünüyoruz.

Bir zaman sonra ciddi üşüdüğümüzü farkedip durup bir şeyler giyiyoruz. Dağdan indikçe hava ısınıyor. Buradaki yollar hala harika.

Yolda çok güzel köyler, kasabalar görüyoruz. Hatta birinde durup mola veriyoruz. Hava çok güzel, bir kafe bulup oturduk, bir turist kafilesi oturmuş harika manzarayı izliyorlar.








Ronda'dan Gaucin'e yol harika, yüksek dağlar, keskin virajlar, muhteşem manzaralar var ancak Jimena de La Frontera'ya geldiğimizde artık standart köy yollarında ilerliyorsunuz. Aslında bu da harika ama standartlarımız Alpler ve Ronda'dan sonra yükseldi.

Los Angeles adlı bir kasabadan geçiyoruz, burası Almoraima ve Castellar'a çok yakın. Ne yazık ki Castillo de Castelları detayıyla gezme gibi bir zamanınmız yok. Bu sebeple Gibraltar'a yani Cebelitarık'a devam.

Hava bu köy yollarında kapanıyor, artık güneş yok, bulutlar tüm gökyüzünü kaplamış. Nemli ancak bunaltıcı da değildi. Güzel köy yolları arasında devam ediyoruz.

CEBELİTARIK

Bir kaç saat sonra Cebelitarık'a giriyoruz, bu dağın ihtişamı gerçekten çok etkileyici. Cebelitarık özerk bölgesine giriş için gümrükten geçmeniz gerekiyor. Aslında vize alınması gerektiğini bilmiyorduk diyebilirim.

Gümrüğün girişinde her zaman uzun bir kuyruk var. İspanya tarafından İngiliz tarafına geçişlerde vize uygulanıyor. Hem ingilizler hem de ispanyollar. Biz aradan bir yerden vize kontrolüne kadar geliyoruz. O kadar çok insan var ki anlatamam. Ben bir grupla geçiverdim ancak diğer iki arkadaş kaldılar. Ben sağa çekip bekledim, arkadaşlar biraz sonra bana seslendiler seni de çağırıyorlar diye. Ben de motoru bırakıp yürüyerek polisin yanına kadar geldim.

Daha sonra vize almanız lazım, geçiş izniniz yok geri yok dediler biz de döndük. Burası şimdiye kadar gezdiğimiz klasik güney ispanya şehirlerinden hiçbirine benzemiyor. Metropol gibi yoğun, karmaşık, stresli. Bu sebeple Cebelitarık ziyaretini çok uzatmadan dönme niyetindeyiz.

Zaten kalabalık, ve keşmekeş, her yer insan dolu, park edecek doğru dürüst bir yer yok. Her yerde polisler ceza kesiyorlar.

Burger King'te bir şeyler atıştırıp Malaga yoluna devam ediyoruz. Artık otoyolda ilerliyoruz. Bu seyahat bizim için bitmiştir.

Anayoldan Malaga'ya girince önce otele sonra da IMT Bike kiralama şirketine uğrayıp motorlarımızı teslim ettik.


Garajda yeni bir GS 1200 olduğunu görüp hemen test ettik. Bir de bize çok hoş davranan Tomas'la fotoğraf çektirip otele geri döndük.


Ertesi gün geri dönüyoruz. Çok şükür kazasız belasız turumuzu tamamladık.

2014 planını Norveç'e yaptık. İspanya'dan çok güzel anılarla döndük.