Friday, September 28, 2012

ALPLER- NAUDERS (AVUSTURYA)-ZUGSPITZE (ALMANYA)-SCUOL (İSVİÇRE) 221 KM

İtalya-Avusturya Sınırı

Sabah erkenden uyandık, bugün biraz yol yapma derdindeyiz. Stelvio Pass'dan sonra benzer güzellikler yaşayacak mıyız bakalım? Yeni rotamız yine geçitler ancak, bu sefer nereye gideceğimizi pek bilmiyoruz. Artık yol nereye götürürse.

San Stelvio'dan sonra benim görmek istediğim yerlerin başında Furka Pass geliyor ancak bugün oraya gitmemiz pek mümkün gözükmüyor.

Nauders'te sabah



Sabah güzel bir kahvaltı yaptık, Otel müdürü Hüseyin, herşeyle ilgilendi. Camdan bakıyoruz iki yüksek dağ arasında ince bir yoldayız, güneş doğmuş ancak henüz tepeden yüzünü göstermiyor. Her yer nemli, yoldan gelen geçen arabalara bakıp konuşuyoruz. Üstümüzü giyinip aşağıda buluşmak 30 dakikamızı alıyor.





Yolun İtalya tarafı




Hüseyin'e veda edip yola çıkarken, dün gece yolda gördüğümüz Avusturya İtalya sınırında foto çektirelim diyoruz. Yolun bir tarafı İtalya'ya hoş geldiniz! derken diğer tarafı Avusturya'ya hoşgeldiniz diyor. Yolun sağında Avusturya tabelasında bir çift motorcudan yardım istiyoruz, İspanyol olduğunu anladığımız bir bayan bize yardım ediyor. Kendisine çok teşekkür ediyoruz, bu arada biz de onların fotolarını çekiyoruz.



Yolun Avusturya tarafı
Yolun diğer tarafından küçük bir traktörün üstünde oynayan 10 yaşlarında bir delikanlıdan yardım istiyoruz. Yanakları kırmızı, gözleri mavi bu çocuk tam Heidi'deki Peter'e benziyor. Burada çiftçilik yapan bir ailenin çocuğu olduğu, giyiminden, utangaçlığından belli.



Sol ayağı avusturya sağ ayağı italya








Ona teşekkür edip tekrar yolun karşısına geçip  Ahmet'i pozluyoruz. Sonra da hazırlanıp motorlarımıza biniyoruz.


Yol St.Moritz'i gösteriyor, yola çıkıp harika bir ova manzarası boyunca ilerliyoruz. Nereye gittiğimizin bu manzarada hiç önemi yok, bu yolda bu manzarayla olalım hiç sorun yok.

Ses sistemimiz çok güzel çalışıyor, aynı anda üçümüz konuşup dinliyoruz. Gerçekten yoldan aldığımız zevki 2 katına çıkarıyor.

"3 lü ses sistemi için master card, muhabbet edebilmenin bedeli yok!"

180 nolu yol boyu ilerliyoruz, Nauders'ten çıkış tam bir yayla havası, yüksek dağların eteklerinde çayırlar, çayırların ortasında ahşap odalar, uzakta güzel evler.... Nadiren gördüğümüz hayvanlar. St.Moritz'e doğru yol inerken düz yoldan çıkıp tali bir yola giriyoruz. Yol bakım çalışması var. Bu yol biraz daha dar ancak çok daha zevkli. Trafik her zamanki gibi yoğun, çünkü Avrupada bir çok ülkeyi birbirine bağlayan karayolları bunlar. Ancak sürücüler motorculara karşı çok dikkatli ve anlayışlı bir tutum sergiliyorlar.

Yollardan kıvrılarak aşağı doğru iniyoruz hızımı ortalama 50 kms, iniş de çok güzel.. Bazen tırlarla karşılaşıyoruz trafiği hem aksatıyor hem de geçmesi virajlı yolda sorun oluyor. Nihayet bir düzlüğe geliyoruz, isviçre avusturya sınırı olduğunu anlıyorum çünkü gümrük ve görevliler var.

Ülkeden ülkeye geçişleri nispeten açık geniş alanlarda kurulmuş gümrük memurları ve polisler sağlıyor. Durdurmak istediklerini durduruyorlar. Tabii ki motorculara kimse bir şey demiyor.

Gümrüğün oradan ne tarafa dönmem gerektiğini kestiremiyorum ancak sağdan devam etme kararı alıyorum ve yola devam ediyoruz. Artık Avusturya'nın Tirol eyaletine doğru Almanya istikametine gidiyoruz.

Yol boyu şehirleri, köyleri, fabrikaları, okulları, kiliseleri geçiyoruz. Bir zaman sonra burada nüfusun en küçük köylere kadar homojen bir şekilde dağıldığını, nüfusun bir yerlerde yığılmadığını anlıyorsunuz. Avrupa su an krizde ve herkes umutsuz ancak, eski sistem cok insani kurulmus. Adam buradaki köydeki evinden en yakın şehre işyerine gidiyor. İlla büyük şehirlerde çalışması gerekmiyor. İş, iş gücü, fırsatlar, nüfus bir yerde yığılmamış, kılcallara kadar eşit dağıtılmaya çalışılmış. Tabii ki büyük şehirlerde daha sofistike daha çok iş var ancak oranın asgari ücretinde çalışan kişileri yaşadıkları köy gibi şehirlerde de iş buluyor ve çalışıyor.

Yolda çok güzel sağa dönüşler, sola dönüşler var. Motoru istediğiniz gibi yatırabiliyorsunuz. Ayrıca bu yol daha önce geldiğimiz yollardan daha geniş. Yolda bir benzincide duruyoruz. İtalya'da benzincide görevli yok, Avusturya ve İsviçre'de aynı Türkiye'deki gibi hem market hem de görevli var. Ancak benzini siz alıp, sonra kasaya gidip ödüyorsunuz. Pompacı yok yani.

Bitmeyen Tüneller

Yola devam ediyoruz, bir zaman sonra Inssbruck tabelalarını görmeye başladık. Artık otoyola geldik. Buraya en yakın geçidin nerede olduğuna bakıyorum. Fern Pass diye bir geçit var oldukça yakın. Oraya gitmek için otoyola giriyoruz. Bir zaman sonra bir tünele girmek durumundayız, tabelalar Innsbrück'ü gösteriyor. Tünele girince artık geri dönüş yok, git babam git,  bir türlü bitmiyor. 15 km tünel olur mu? hem karanlık, hem sıcak hem de havası boğuk, oldukça pişman oluyoruz. Sabrımızın bittiği yerde tünel de bitiyor çok şükür, açık havaya çıkınca bunalmışlığın etkisiyle herkes köklüyor gazı. Motorların limitlerini zorluyoruz.

Otoyoldan ilk çıkışta Fern Pass gözüküyor. Biz de tabelayı takip edip çıkıyoruz. Buraya geldiğimize iyi mi ettik kötü mü ettik bilemiyoruz. Ancak en son tünel canımızdan bezdirdi. Bir yerde mola verelim diyoruz. Çıkıştan sonra nispeten büyük bir şehre geliyoruz. Adını bilemiyorum ancak 5 M Migros gibi büyük bir alışveriş merkezinin önünde duruyoruz. Motorları çektik, kaskları çıkardık, hava nemli, tünelde egzost dumanını yedik, gözümüz karardı. Hemen alışveriş merkezine dalıp yiyecek, içecek bir şeyler alıp başlıyoruz atıştırmaya. Yorulmuşuz.

Bu sırada gelen geçen insanlardan konuşmamıza bakıp siz Türk müsünüz? merhaba hoş geldiniz! nereden nereye? memleket nere vs muhabbet kuran insanlardan çevrede çok türkün olduğunu anlıyoruz. İleride BP de lavabo var, oraya gidip motorları çekiyoruz. Bu sırada kapıda bir grup insan var. Tiplerinden türk oldukları belli. Motorları bırakınca bir selamdan sonra başlıyoruz koyu bir muhabbete. Halil ve Ahmet gençlerle, ben köşedeki yaşlı amcalarla bir sardırıyoruz, tam 30 dakika...

Memlekete ne zaman gittin amcam diye soruyorum? "Yeğenim ben emekli oldum, teyzenle her yıl 4 aylığına gidiyoruz, çoluk çocuk burada, biraz orda biraz burda takılıyoruz. 30 yıl olmuş geleli, çok çalıştık, çok çile çektik, artık memleket bura oldu" diye bir başlıyor.... Gözümüzün önünde avrupaya işçi olarak gelmiş 1. 2. 3. nesil türkler. Müsaade isteyip ayriliyoruz.

Zugspitze- Yok Böyle Bir Yer 

Bizim işimiz geçitler, dağlar... Şehirler, otoyollar bizi bozar... Bu yüzden Fern Pass'a doğru ilerliyoruz. Bir kaç şehir daha geçince artık sık ormanlık başlıyor, yukarı dağa doğru tırmanmaya başlıyoruz. Ancak burada trafik hiç azalmıyor, aksine inanılmaz bir yoğunluk var. Geldiğimiz diğer yolların aksine burada hem tırlar hem kamyonlar, bir sürü haftasonu tatilcisi yol tıklım tıklım. Arabaların üzerinde kanolar, bisikletler, içinde bir iki çocuk bir çok aile arabasını geçiyoruz.

Bir yerde yoldan trafikten sıkılıp dönsek mi acaba diye düşünüyoruz, sonra Ahmet biraz daha gidelim bakarız diyor, devam ediyoruz. Fern Pass a geliyoruz. O sıkıcı ve sık ağaçlı yoldan biraz sonra muazzam bir manzaranın olduğu bir tepeye geliyoruz. Bolu dağında "Bakacak" adlı yer gibi. Adı "Zugspitze" Muazzam bir dağ, önünde muazzam masmavi bir göl, yolun kenarında bir dinlenme tesisi, ve içi tıklım tıklım. Hemen motorları çekip bir şeyler yiyip içme kararı veriyoruz.

Zugspitze









Manzara tablo gibi, şaşırarak bakıyorum, gözümü alamıyorum.Bu nasıl yüce bir dağ? Bu nasıl bir göl? Çektiğimiz bunca sıkıcı yolu bir anda unutturdu.












Masamıza kuruluyoruz, biraz sonra Almanca konuşan esmer bir bayan garson geliyor. Türkçe konuştuğumuzu duyup, hoşgeldiniz ben de türküm diyor. Siparişlerimizi alıyor, yemek tercihleri konusunda bize yardımcı oluyor. Yemeklerimizi yedikten sonra göl manzarasına bakıyoruz.







Ben bu göle uğramak istediğimi söylüyorum arkadaşlar itiraz etmiyorlar zaten göl kenarında piknik yapan göle giren bir sürü insan görüyoruz. Garson bayan, göle gidin ancak girmeyin inanılmaz soğuktur diyor.

Manzaranın yukarısında bu dağlar aşağısında göl var


Bir kaç fotodan sonra motorlara binip gölün oraya inip üstümüzü çıkarıp mayoları giyip, piknik moduna giriyoruz. Burası tabii bir park, gölün etrafı piknik alanları ile dolu. Yolu orman yolu gibi toprak.




Terlikle plaj moduna geçtik




Arkadaşlara yolda mı olmayı tercih edersiniz yoksa bir kaç saat burada takılabilir miyiz? diye soruyorum. Sana uyarız diyorlar. Eğer kurumayı bekleyecek kadar zaman olursa mutlaka yüzmek istiyorum.








Tam bir gizli cennet





Eşyalarımızı alıp gölün insanlardan en uzak köşesine doğru ilerliyoruz. Bir yerde konuşlanıyoruz.









Su ılıcık


Ben ayaklarımı sokuyorum ve suyun oldukça sıcak olduğunu hissediyorum. Bir krater gölü uzaktan masmavi gözüküyor, içine girince dibinin zifiri karanlık olduğunu görüyorsunuz. Biraz ürperti verici.

Arkadaşlar tereddüt ediyorlar, onları gaza getirip girmeye ikna ediyorum. İlk ben atlıyorum suya, resmen harika, tertemiz, kızım Zeyno'nun ifadesiyle "ılıcık" ve berrak. Tek dezavantajı hiç tuzlu olmadığından, su kaldırmıyor bu sebeple suyun üstünde kalmak için fazla enerji harcıyorsunuz.








Atlarken
Ben arkadaşlara karşı kıyıya gideceğimi söylüyorum, ve başlıyorum yüzmeye karşı dediğim fazla değil en fazla 40-50 metre. Ben girince Halil de giriyor onu Ahmet takip ediyor. Halil benimle karşıya kadar geçti. Ahmet eşyaları bekledi. Kayalıklara çıkıp aşağı atladım, muazzam bir tecrübe. Bu havada, bu yükseklikte, böyle bir gölde yüzmek, suya atlamak gerçekten büyük mutluluk.







Gölden çıkınca yanımızdaki malzemelerle piknik yapıyoruz, oldukça yorucu oldu biraz dinlenmeye çalışıyorum. Nefes nefese kalmışım, bundan sonra ne kadar motor kullanabiliriz bilemiyorum. Ancak öğlenin sıcağını burada geçirmemiz harika oldu, sıkışık trafikte yol alsak bile bu kadar keyifli olmayacaktı.

3 saat vakit geçtikten sonra yavaş yavaş hazırlanıyoruz. Hala ne durumda olduğumu tam kestiremiyorum ama fena sayılmaz. Zaten zorlama yok, kendimi kötü hissedersem söylerim, muhtemelen Halil de benimle aynı durumda.

Giyinip gölün etrafından kıvrılarak yola çıkıyoruz. Geldiğimiz istikamete geri döneceğiz, büyük şehirlere yaklaştıkça hem yollar genişliyor, hem trafik artıyor, hem de bizim için ilgi duyulacak bir durum yok.





Tekrar geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz önce o şehir, sonra otoyol, sonra uzun tünel sonra yine can sıkıntısı.

Bir tüneli bu kadar uzun, bu kadar havasız yapmaya gerek var mı? E bendeki de soru, adamlar koskoca Alpleri delmiş geçmiş. O kadar yüce dağ olursa, tüneli de o kadar uzun olur elbet.

Bir yerde sıkıldım ve tünel çıkışında kökledim gazı, arkadaşlar geride kaldılar, sonra buluşmamız 15 dakikayı buldu. Geldiğimiz gibi St.Moritz yoluna geri döndük. İlerliyoruz.

MALLS

Bugün yol yapmak istiyorduk vardı ancak bu göl macerasından sonra artık yapmasak da olur benim için. Hem hava hala sıcak, hem nemli. Bir de güneş gözlüğü kulağımı tahriş etmiş. Başım ağrıyor, kulağım sızlıyor.  60 km den sonra tekrar dursak mı diye konuştuk ve Malls diye bir yere 2 km kala bir şehir merkezinde tekrar durduk.








Turistik güzel bir yer bir sürü ziyaretçi var. Ağırlıklı yaşlılar, az sayıda çocuklular, her zamanki gibi bir grup da Japon. Japonlar otobüste :-)



Böyle mazeret yok





PATRON ÖLDÜ CENAZEYE GİDİYORUZ

Son yediğimiz yemeğin üzerinden 4 saat geçmiş, bir de yüzdük o da acıktırdı. Bu sebeple yemek yiyecek yer arıyoruz. Motorları çektik, yer bakıyoruz.

Bir pastane var, sadece kek var, diğer restaurantlar akşam 7 den sonra açılacaklar. Bir yer buluyorum içerisi tıklım tıklım insanlar yemek yiyorlar. Arkadaşlarla işaret ediyorum motorları bu restaurantın önüne çekiyorlar.


Güzel turistik bir yer



Ben içeri giriyorum, selam verip kasadaki genç arkadaşa bize 3 kişilik yer ayarlar mısınız? diyorum. O da yanındaki bayana bakıp, "kusura bakmayın, şimdi patronumuz vefat etti, cenazeye gideceğiz" diyor. İçeri bakıyorum hiç değilse 30-40 kişi yemek yiyor. Servis hala devam ediyor.

Hiç böyle bir mazeret duymamıştım, doğruysa müşterileri çıkarmaları zaten saatler sürer, yalansa niye bu kadar absürt bir yalan söylüyor. Neyse anlam veremedik ve çıktık. Yemek yiyecek yer yok, aç kaldık.

Şehrin duvarında Dolomities haritası var. Buradan nereye gidelim diye bakıp yola çıkıyoruz tekrar.

Yolda giderken bu akşam güzel bir yerde kalalım diyerek  yer bakmaya başlıyoruz. İsviçre'nin köylerinden geçerken, otellerin daha güzel olduğunu görmüştük. Şimdi İsviçre sınırındayız. İtalya ve Avusturya'da ilk iki gün otel konusunda pek şanslı değildik. Buralarda spontan program yaparsan, bahtına çıkanı kabullenmek durumundasın.

Gerçekten çok güzel bir köy
Kahveyi içerken yığılıp kaldık
Tepede güzel köyler var. Beğendiğimiz bir köyün yoluna girip dik yokuşa çıkıyoruz. Buralar yine hep kayak beldeleri. Bir otelde kahve içeceğiz deyip duruyoruz. Hala aydınlık, akşam olmasına daha var, sıcaklık biraz kırıldı. Kahve içince artık yorgunluktan kalkmak istemiyoruz. Otelin sahibine yer var mı diye soruyoruz.







DAHA İYİSİ VAR

Adamcağız yardımcı olmak isteyen İsviçre'li bir beyefendi. Önce odalarını gösteriyor, maalesef sizi rahat ettirecek yerim yok diyor. Daha sonra yakındaki bir oteli tarif edip orayı arıyor. Bu arada 2 km ileride daha güzel bir köy var, oradaki otellerde daha memnun kalırsınız diyor. Yürüyerek yakındaki otele gidiyoruz.  Gittiğimiz yerdeki adam da bizde oda var ancak  2 km ileride bir köy var orada daha güzel oteller var oraya gidin diyor. Gelip ilk oteldeki adama söylüyoruz.

Çok güzel evler ve çiçekler





İnsanlar ne kadar dürüst ve yardım sever. İkisi de bizden para kazanmak yerine bizim rahatımızı düşündüler. Bu tavırları gerçekten çok hoş, ve ne kadar uzak kaldığımız bir dürüstlük.



Otel sahibi balkondan bizimle konuşuyor



Giyinmeden motorlara biniyoruz. Bu sırada hava iyice bozuyor. Yağmur yağacak belli... Giyinmeden yakındaki köye hemen gidelim diyoruz. Yolda bakım çalışması var. Dere yolu uçurmuş. Tek yönden ulaşım var, ışıkta bekliyoruz önce karşı taraf sonra bizim taraf. Bu uygulamayı yolda sıklıkla gördük.







SCUOL

Bir yerde hava patlıyor, iri tanelerle yağmur yağmaya başlıyor, hemen solda bir hastane var, durup üstümü giyiyorum, hastane tam köyün girişinde. Tabeladan buranın Scuol olduğunu anlıyoruz. Hastanenin önünden kıvrılıp 300 mt aşağı iniyoruz. Bir sürü otel var. Halil özellikle "bu akşam güzel bir yerde kalalım" diyor. Dağılıp fiyat soruyoruz. Bizim sorduklarımız yüksek fiyat çekiyorlar, Halil bir otelden bir türlü çıkmıyor.

Hotel Traube
Dönüp yanına gidiyoruz. Güzel muhabbet kurmuşlar. Adam oda, akşam yemeği, kahvaltı dahil 65 Euro demiş. Hemen kabul ettik. Motorlarınızı şurdaki garaja benim motorların arasına park edin dedi. Burada herkes motor kullanıyor. Motorları bırakıp eşyalarımızı odamıza yerleştirdik. Ücretsiz WiFi var. En çok mutlu olduğumuz konu bu.


GEYİK ETİ 

Akşam yemeği için buluşuyoruz. Güzel bir yemek salonunda hanfendiler beyfendiler, köyün nezih mekanında hoş ve sessiz bir ortamda akşam yemeklerini yiyorlar.

Uzakdoğu Sebze ve Meyve Yemeği







Ortama gürültülü gelmemek için yavaş konuşuyoruz, ancak biz de olmasak hiç ses çıkmayacak gibi. Garsonlar bizimle ilgileniyor, yemeklerimizi tercih ediyoruz. Nasıl acıktık anlatamam. Önce harika bir sebze çorbası, daha sonra füme geyik etli bir salata, sonra vejetaryen bir uzakdoğu sebze/meyve yemeği, en sonunda harika bir dondurmalı tatlı yiyoruz.

Dondurmalı Meyve Tatlımız
Tüm keyifler yerine geliyor.  Bugün hem enteresan geçti hem de istediklerimiz oluyor. Kahveleri yudumlarken, herkesin gözünün içinin gülümsediğini, keyfimizin yerinde olduğunu görüyorum. Bu geziyi daha önce yapmalıydık, bu tür gezileri mümkün olduğunca sık yapmalıyız.

Yemekten sonra şehirde kısa bir yürüyüş yapıyoruz, hava serin, sonra odalarımıza çekilip mışıl mışıl uyuyoruz.

Ne güzel gündü!

Saturday, September 22, 2012

ALPLER - SAN STELVIO-FORTE OGA-RESIA 135 KM

Chiuro

Küçük Motelde Kahvaltı
Sabah erkenden kalktık, sıcak ve çok güzel bir sabahtı. Kahvaltımızı yapmak üzere aşağı indik, Francesco o sırada kahvaltı hazırlıyordu. Şömineli güzel bir oda, ahşap işlemeli dolaplar içinde bir sürü porselen tabaklar, ortaya yerleştirilmiş yemek masaları... Güzel bir yemek salonu havası veriyor.

TR dekine göre pek mütevazı kahvaltımızı yaptıktan sonra, arka çıkışta birer sigara yakıyoruz. Saat 09:30 civarı ancak Güneş arkamızdaki tepeden yeni doğuyor. Dağlar çok yüksek olduğundan güneşin yüzünü göstermesi saat 10:00 u bulmuş.. Manzara o kadar güzel ki, sandalyeden kalkasımız gelmiyor...
Ahmet hazır, ben giyiniyorum, Halil foto çekiyor

Hava yine nemli, eşyalarımızı alıp motorların başına geliyoruz. Giyinirken terlemeye başlıyorum, dünkü gibi olmaz inşallah, yoksa sırılsıklam olacağız.

Halil bir kaç foto çekiyor, ben de giyiniyorum, her zaman ki gibi ilk Ahmet, en son Halil hazırlanıyor... Bu ekibi seviyorum, onlarla birlikte gezmek gerçekten çok keyifli, hiç stres, sıkıntı, yok... Full makara ve eğlence...

Motorları çalıştırdık ve yola çıktık, bugünün dünden daha keyifli olmasını bekliyoruz. Yol boyu yukarı tırmanıyoruz artık daha yükseğe çıkacağımız kesin...

Dar yollardan sırasıyla Teglio, Tirano, Grosio ve Sondalo'yu geçiyor, Bormio'ya geliyoruz. Buralar klasik kuzey İtalya, şehirleri, klasik köy kasaba manzaraları.

Bir yerde artık manzara, yükseklik, hava herşey değişmeye başlıyor. Karşımıza kocaman sarp bir kayalık çıkıyor, yolun nasıl devam edeceğini merak ediyorum. Sarp kayalıkların tam ortasından muazzam bir tünele giriyoruz.

Tünel yolu aynı bilgisayar oyunu gibi, gelişigüzel oyulmuş kayalıkların arasından bir sağa bir sola kıvrılıyoruz. Bazı yerlerde kayadan sızan suların oluşturduğu birikintiler var. Sol tarafa pencere gibi hava boşlukları açılmış, yer yer içeri güneş ışığı sızıyor. Trafik var, etrafı seyredemiyorum ancak muazzam bir his, hiç bu kadar güzel olacağı aklıma gelmemişti. Bazı yerler tam bir aracın geçeceği kadar dar, bu yüzden dikkatli olmak zorundayız. Tünel çok uzun sürmüyor ancak harika bir tecrübe. Need for Speed manzarları nereden alınmış anlıyorum.

Forte Di Oga

Her yerde foto çekiyoruz
Tünel çıkışında Forte diye bir yere geliyoruz. Filmlerdeki gibi çok yüksek dağlar etrafı sarıyor. Alplerin sarp tepelerini görmek gerçekten çok etkileyici, manzara çok garip, bakınca hayret ediyorsunuz ancak bir süre sonra alışıyorsunuz. Baktıkça hayret veren, güzelliğine doyulmaz dağ manzarası...


Toplam 94 km gelmişiz, trafik yoğun, hava şimdiye kadr nemliydi. Bir yerde duralım diyoruz. Büyük bir marketin önünde durup Halil'in taaaaa Amerikadan getirdiği, protein çikolatasını yiyor, bir şeyler içip konuşuyoruz. Ses düzenini hala kuramadık, üçlü konuşamıyoruz, yolda hayretlerimizi paylaşmak isterdik ancak olmadı.

Etrafa bakınırken Forte Di Oga tepesini görüyoruz. Yukarıda küçük güzel bir köy, tam tepeye konuşlanmış muazzam bir kilise var. Oraya bir çok aracın döndüğünü görüp, şurayı bir görelim diyoruz. Dönüp tepeye tırmanmaya başlıyoruz. Çok dar ve çok keskin dönüşlerin olduğu bir yol, arka ve önden arabalar geliyor. Her yer çam ormanı, tam bir dünya cenneti... Evler, tesisler çok estetik, ve doğal hayatı korumaya fevkalade dikkat edilmiş. Bizim karadeniz yaylalarının muhteşem manzarasına benzetiyorum, dağlar çok daha yüksek ayrıca çarpık çurpuk yapılaşma ve  10 katlı bir laz müteahhit apartmanı görülmüyor.

Her seferinde aynı soruyu soruyorum, niye bu adamların yaptıklarını yapamıyoruz? Biz neden herşeyi tahrip ediyoruz? Neyse çok su götürür.

Forte Di Oga
Aşağıdan gördüğümüz köyü geçiyoruz, artık iyice tepeye yaklaştık, bir yerde berrak suların aktığı bir kaynak görüp Ahmet'e burada su içelim diyorum ancak öyle keskin bir viraj ki durmak imkansız. Neyse artık yolun sonuna Forte Di Oga'ya geldik.









Tepede küçük bir motel var, orada durup kaskları çıkartıyoruz. İnanılmaz bir manzara, aman Allahım, şu anda düşünürken bile tüylerim diken diken oluyor.
En tepedeki manzara harikaydı

Daltonlar
Çok hoş bir motel







Motelde oturup bir kahve içiyor, bir çok foto çektiriyoruz. Bu sirada Ahmet Halil ve ben sirayla ses sistemiyle tekrar ugrasiyoruz. Sonunda Ahmetin cihazinin moderator oldugunu, tek tek bizi davet ederek sisteme dahil ettigini Ahmetin denemeleri sonucu anliyoruz. Artik ucumuz de bagliyiz. Wundebach








Yaklaşık 40 dakika oyalanıp, giyinip aşağı inmeye başlıyoruz.

Manzara harika


Köyün oradan manzara harika tam kilisenin yanında durup bir kaç foto çekip hemen yola devam ediyoruz.


Artık yolumuz Stelvio Pass..





Forte Di Oga






















Passo Dell'o Stelvio

Arkadaki yola bakın





Biraz sonra Stelvio Milli Parkı'nın olduğu yere geliyoruz. Yani çoook meşhur Stelvio geçidinin olduğu yer.  Tüm motorcuların 10 üzerinden 10 puan verdiği bir yer.






İlerde dolomities gözüküyor yani makarna gibi kıvrım kıvrım dağa tırmanan bir yol. Hayretten yine ağzımız açık kalıyor, burası nasıl bir yer?
The Dolomities 


Bu yolu nasıl tırmanacağız? Onlarca motorsikletli aynı yere gidiyor ya da oradan geliyor. Hayatımda hiç bu kadar çok motorcuyu aynı anda birarada görmemiştim. Boşuna motorsiklet cenneti dememişler.

Ucumuzun birden konusuyor olmamiz ne kadar guzel. Keske ilk gunden boyle olsaydi... Konusurken yol daha da zevkli, hele espriler.....

Döne döne geçide doğru tırmanıyoruz bir sağa bir sola yatıyorum sağımız solumuz çok dik yamaçlar Allah korusun düşsek sürüklenerek ovaya ineriz. Kimse kurtaramaz. Bu sebeple hızımız oldukça düşük 60 kms civarında. Bazı yerlerde daha da düşüyor.


Trafiğe bakın




Az sonra sağda insanların durup foto çektiklerini görüp duruyoruz. Biz de foto çektireceğiz. Dağın tepesine yakın bir yer, artık ağaç yok, her yer yemşeyil otlar, sarp tepeler... Durduğumuz yer yine keskin bir virajın önü,  tam önünde fotojenik kırmızı bir bina var üzerinde "Casa Cantoneria" yazıyor.


Sadece Halil uçmuş



Önce çayıra çimene yayılıp foto çektiriyoruz, daha sonra dağdan aşağı yolun manzarasını çekiyoruz. Bir İskoçyalıya rica edip üçümüzü birden çektiriyoruz.









Hepimiz uçuyoruz






Ayak hizamız tam dağların tepesinde olduğumuzdan kollarımızı açıp uçar halde poz veriyoruz.






Birden Halil "zıplayarak çeksek tepeler ayağımızın altında kalsa sanki dağın üstüne zıplamış olsak" vs diyor..








Biz Ahmetle birbirimize bakıp "peki o zaman" diyoruz, Halil aşağıdan deklanşöre basıyor biz Ahmet'le zıplayıp duruyoruz. Hem komik hem yorucu, kendi kendilerine zıplayıp duran iki manyak, insanlar bize bakıyorlar.









Sonra makineyi Ahmet alıyor, biz Halil'le zıplamaya başlıyoruz. Allahım o kadar komik ki.... Bakalım ne çıkacak? Burada tam 1,5 saat oyalanmışız.










Daha sonra aşağıdaki dereye inip elimizi yüzümüzü yıkayıp sudan kana kana içiyoruz. Motorların yanına çıkıp giyinip hazırlanıyoruz.



BMW reklamı gibi olmuş




Birden bizimkiler "şu kırmızı binanın önünde motor ne güzel yatırılır muhabbetine başlıyorlar" Önce Ahmet yukarıdan dönüp geliyor poz veriyor, sonra ben gidip geliyorum, daha sonra ben makineyi alıp Halil ve Ahmet'i çekiyorum.










Düşük hızda yatılmıyor
Güzel fotolar çektiğimize kani olduktan sonra yola nihayet koyuluyoruz. Bu tepede 2,5 saatten fazla zaman geçirdik.















Halil yatıyor
Hala nereye gideceğimiz ve nerede kalacağımız belli değil.











Çok karizma çıkmışız
Tepeye çıkarken hava puslanıyor, artık bitki örtüsü tamamen bitti, 2500 metrenin üstündeyiz.  Yolda su yalakları, büyük havuzlar ve burada sulanan hayvanlar görüyoruz.








Yol dağın tepesinde kıvrılarak ilerliyor biraz sonra Stelvio geçidinin olduğu yere geliyoruz. Etrafta tesisler var. Burada her yer kayak merkezi ve otellerden oluşuyor.









Yol ikiye ayrılıyor İsviçre ve Avusturya'yı gösteriyor.  Biz önce yukarı İsviçre'ye dönüp bir süre sonra fikir değiştirip  aşağı Avusturya'ya iniyoruz. Artık hep iniş, saat 17:00 civarı, hava soğudu, yorulduk, karnımız da acıktı...

Aşağı indikçe hava kararıyor bir yerde yağmur başlıyor, ileride bir motorcunun düşmüş olduğunu görüp endişeleniyoruz ancak çok şükür bir şey yok. Bu yol tam bir yayla yolu kimse yok, sadece biz motorcular. Biraz sonra tekrar bitkiler başlıyor, ileride köyler gözüküyor. Yukarıdan bakınca ne kadar yükseğe çıktığımızı anlıyoruz. Çıkmak iyiydi de içimizde inmekten korkan arkadaşlar var bu yüzden hızımız iyice düştü.

Reschenn Pass, Resia Gölü

Köylerden şehirlere, oradan da tekrar şehir trafiğinin olduğu bir yere geliyoruz. İleride harika bir göl gözüküyor. Gölün yanından geçerken şiddetli bir yağmur başlıyor. Bir saçağın altına sığınıyoruz. Tabeladan buranın Resia olduğunu anlıyoruz.






Yorulduk, acıktık ve hava kararmaya başladı. Artık tamam deyip kalacak yer bakıyoruz. Motorları bıraktık yürüyerek, otellere kalacak yer var mı diye soruyoruz.  Hiçbir otelde yer yok. Mecburen gölün yanında biraz soluklanıp biraz da foto çekip otel bulmak için yola çıkıyoruz. Yer bulamazsak diye endişeleniyorum çünkü bu dakikadan sonra yola devam etmek büyük risk. Dikkatlerimiz dağıldı.

Gölden yaklaşık 4 km sonra solda bir otel görüp giriyoruz. Oreilanderblick Hotel. Resepsiyondaki kişiye yer var mı diyorum, "var" diyor. Sevinip arkadaşlara haber veriyorum. Pasaportlarımızı alırken görevli bana "ben Hüseyin, Lübnan'lıyım, buranın müdürüyüm, siz Türkleri ağırlamaktan büyük memnuniyet duyuyorum diyor." Hüseyin'le koyu bir ortadoğu muhabbetine başlıyoruz.

Otelin ismi yazılamayacak kadar uzun
 Türkiye'deki Lübnanlı şirketlerin yatırımlarından bahsederken Bay Saad Hariri'nin eski bir dostu olduğunu söylüyor, çıkarıp resmini gösteriyor. Hatta "gelip burada bir kere kalmıştı" diyor. Hoş bir tesadüf. Hüseyin bizi sevdi, çok ilgilendi, ve başta söylediği fiyattan da indirim yaptı.

Biraz dinlendikten sonra çıkıp göle geri dönüp yemek yiyip biraz takıldık. Gölün yanındaki kafede kahve içip resimlerimize bakmaya çalıştık.


Sonra otele geri gelip güzel bir uyku çektik. Bugün gerçekten çok hızlı, renkli, dolu dolu geçti. İnşallah her gün böyle geçer...